İnsanların sınırsız ihtiyaçlarını doğanın sınırlı kaynaklarından karşılamak üzere yaptıkları üretim, dağıtım, bölüşüm ve tüketim süreçlerini ve ilişkilerini içeren ekonomi kurumu sosyokültürel gerçekliği bir parçasıdır.

Sosyokültürel gerçeklik, insanların gerek doğa gerekse birbirleri ile etkileşimleri sonucunda sürekli olarak yeniden üretilen bir varlık alanıdır. Kapitalizm için yoğun bir sermaye birikimi önkoşuldur. Sermaye, ihtiyaçların karşılanması yani tüketim için değil, çoğaltılmak için kullanılan ekonomik kaynakları ifade eden bir kavramdır.

Dolayısıyla bir ekonomik kaynağın sermaye niteliği kazanabilmesi onun yeniden üretilmek üzere ekonomik faaliyete konu olması ile mümkündür. Sömürgecilik faaliyetleri 16.yyda dünyanın önemli bir kısmının ekonomik kaynaklarının Batı Avrupa’ya akması ile sonuçlanmıştır. Böylece tarihte ilk kez amaç ihtiyaçların karşılanması olmaktan çıkarak kar etmek ve sermaye birikimini arttırmak olmaya başlamıştır.

Ekonomik aktörler karlarını arttırmak ve sermayelerini büyütmek üzere yeni arayışlara girerler. Kar arayışında yenilikler ekonomik zeminde giderek belirsizleşmesine ve risklerle dolu bir alana dönüşmesine yol açar. Bu nedenler sebebiyle kapitalizm ekonomik krizlerle karakterize olur.

Ortaçağ boyunca Batı Avrupa’nın ekonomik hayatında para çok az rol oynamıştır. Üretim ve ticaret zorunlu ihtiyaçların karşılanması çerçevesinde gerçekleşmiştir. İlk sömürgecilik hareketi olarak ifade edilen Haçlı Seferleri sonrasında üretim ve ticaret yavaş ve aşamalı olarak gelişmiştir ancak değerli maden kıtlığı gelişmenin ileri aşamalara taşınmasında engel olmuştur.

15.yyda Portekiz-İspanya öncülüğünde sömürgecilik ticaret hacmini gerçek anlamda genişletmiş, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerinde bu sürece dahil olması ile ticari kapitalizm doğmuştur. Bu nedenle ticari kapitalizm sömürgecilikle iç içe geçmiş ekonomik bir sistemdir.

Avrupa’ya akan değerli madenler büyük bir zenginliğe yol açmıştır. Bu zenginlik tüketim mallarına olan talebi arttırarak fiyatların yükselmesine yol açmıştır. Dünyanın uzak bölgelerinde ticaret tekelleri oluşturulmuştur ve bu tekeller devlet ile işbirliği içerisindedir. Merkantalizm on altıncı yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıl başına kadar devam eden bir düşünce sistemi ve ekonomi politikasıdır. Temel hedefi sömürgecilikle gelen ticari kar ve zenginleşmenin devamı için gerekli olan koşulların sağlanmasıdır.

Merkantalist düşüncede devlet kiliseye bağlı bir gerçeklik olmaktan çıkmış ve özerk bir güç olarak kabul edilmiştir. Devletin gücü uzun savaşlara dayanabilmesi ve sömürgelere sahip olmasıyla halkın refahı ise bağlı olduğu devletin zenginliği ile ölçülmektedir. Bu nedenle devlet kutsanır.

Merkantalist öğretide devletin kutsanması sömürgecilikle doğrudan bağlantılıdır. Merkezi devletin ortaya çıkışı, ticaretin gelişmesi, tüccarın zenginleşmesi, sömürgecilik ile iç içe geçmiş bir süreçtir. Tarih dar eksenden çıkarak seküler eksene kaymaya başlamıştır.

Ülkeler arasında ve ticaretle uğraşanlar arasında rekabet ortaya çıkmıştır. Bürokrasinin ortaya çıkması, ordunun sürekli hale gelmesi ve devletin üzerindeki mali külfetin artması da bu dönem özelliklerindendir. Bu nedenle tüccar-devlet ittifakı önemlidir.

Merkantalist öğretide devlet ulusal ve uluslararası tüm ekonomik faaliyetleri denetim altında tutar. Ekonomi politikalarını belirler ve uygulamaya koyar. Merkantalizm uluslararası ticaretin doğası gereği bir devletin zenginleşmesi bir diğerinin zayıflaması anlamına gelir.


Her ülke kendi zenginliği gücünü ve çıkarlarını koruma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Güçlü bir ordu ve donanma ile kazanılan eni topraklar yeterli değildir. Aynı zamanda ticaretten gelen karların arttırılması, elde edilen gelirin diğer ülkelere kaptırılmaması gereklidir.

İhracat yoluyla karlarını arttırmak ve ithalattan uzak durarak gelirini ülke içinde tutmalıdır. İhracat karın tek yolu olduğuna göre uluslararası ticarette olanaklı en yüksek kar elde edebilmek için sömürgelerin bir taraftan ucuz hammadde kaynağı diğer taraftan da ülke içinde üretilen mallar için Pazar olarak ele geçirilmesi gerekmektedir.

Merkantilizmin üçüncü argümanı zenginliğin tek ölçüsünün para yani değerli madenlerle ilgilidir. İstilacı bir nitelik taşıyan ticari kapitalizmin hüküm sürdüğü bir düzende sürekli savaş halinde olan merkezi devletin tek güvencesi savaş giderlerini karşılayabilmek düzeyde değerli maden stokuna sahip olmasıdır. Diğer taraftan da ülke içindeki değerli madenlerin bolluğu, ticareti kolaylaştırmak ve büyük çapta kar sağlamak için de zorunludur.

Ticaretin gelişmesi için piyasadaki para miktarı arttırılmalıdır. Bu nedenle merkantalizm değerli maden bolluğunu arttırmak üzere devletin her türlü önlemi alması konusunda ısrarcıdır. Merkantalizm sömürgeciliğe dayalı ticari kapitalizmin politika ve düşünce sistemi olarak kapitalizmi açıklamaya yönelik teorik sistemlerin yolunu açan ilk taşları döşemiştir. Merkantalist fikirler kapitalizmin en temel öğeleri olan zenginlik ve karı elde edebilmek üzere gerekli olan politikaları ortaya koyarak bunu gerçekleştirmiştir.