Modernlik, başından itibaren sıkıntılı bir konu olmuştur. Bu konuda Kırklareli’nin de böyle olduğunu düşünüyorum. Aydınlanma geleneğini benimseyenler onu bir özgürleşme yolu olarak görürken, Weber gibi bazı sosyal felsefeciler, aynı kanıda değillerdir.
Touraine’e (1994) göre modernliğin tarihi, Batı Avrupa’da Aydınlanma düşüncesinin başarısı sonrasında, kişisel ve kolektif bir öznenin ortaya çıkmasının tarihidir. Modernlik, demokrasinin, akılcılığın, kişisel özgürlüğün ve kolektif kimliğin bağdaşabileceği alanı oluşturmak ister. Ona göre piyasa ekonomisi, modernliğin olumsuz yönünü ifade eder.
Modernlik düşüncesinin ve uygulamalarının güç kazandığı toplumlar, düzen inşa etme çabası içindedirler. Temel hedefleri, ticaret kurallarının düzenlenmesi, kamu idaresi ve hukuk devletinin oluşturulması, eğitimin/okuryazarlığın artırılması, geleneklerin, yasakların ve ayrıcalıkların sorgulanmasıdır.
Burada en önemli işlev, sermaye ve emekten ziyade akılcı düşünceye düşmektedir. O sebeple bu süreçte düşünce adamlarının/yazarların özel bir önemi olmuştur.
Modernlik gibi postmodernlik de sık sık farklı anlamlarda kullanılan tartışmalı bir kavramdır. Postmodern olarak adlandırılan siyasal ve kültürel uygulamaların egemen olduğu dönemi anlatmak için kullanılmaktadır.
Postmodernlik, modernlikten kopuşu ifade etmekte. Bazıları postmodern dönemin, 20. yüzyılın ikinci yarısında başladığına inanırken, bazıları da modernliğin sonunun gelmediği, tam aksine radikalleştiğini iddia etmektedir. Post-yapısalcılık gibi, postmoderlik de modern dünyaya bir itirazı temsil etmektedir.
Örneğin Adorna’ya göre, Nazi toplama kampları, modern dünyayı topyekûn olarak sorgulama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Postmodernliğin temel metinlerinden birini yazan Lyotard’a göre, postmodernlik, metaanlatılarla kuşkuyu karakterize eder.
Metaanlatı, genel olarak dünyada ya da insan deneyimlerinin özünü açıklamaya çalışan bir “teori” ya da bir “öykü” olabilir.
Dinler belki de en başarılı metaanlatılardır. Çünkü dinler binlerce yıldır, milyonlarca insanı belirli inançlar etrafında topladılar.
Ulus-devlet, insani ilerleme, rasyonalizm ve bilimsel tarafsızlık gibi modernliği meşrulaştıran söylemler, postmodernlikte, tümüyle önemsizdir.
Her şeyi açıklayan geniş muhtevalı kavramlar, “küçük anlatılar” ile yer değiştirmektedir. Meta anlatıların çöküşü, kaçınılmaz olarak uzun dönemli varsayımları yıkmakta ve birçok kültür ile siyasal mücadelede öz-düşünümselliğin artışına yol açmaktadır.
Bazı yazarlar (Thomas ve Walsh, 2012) nasıl modernlik, geleneksel toplumlardan keskin bir kopuşsa, postmodernlik de modernlikten kopuştur diyorlar.
Onlara göre postmodernlik, medya, haberleşme ve bilgi sistemlerine ilişkin küreselleştirici nitelikteki sanayi-sonrası bir dünyadır.
İş ve üretimden ziyade piyasa-yönelimli bir tüketim dünyasıdır. Çoğulcu, parçalı bir yapıdır. Geleneksel sınıf ve parti-tabanlı iktidar siyasetinden ziyade, mikro-siyasi faaliyetler ve toplumsal hareketler postmodern dünyada önem kazanır.Postmodern bir döneme girmek yerine, modernliğin sonuçlarının daha da radikalleştiğini ve evrenselleştiğini iddia eden Giddens (1994)’ın, görüşleri özetlemektedir.
Jameson (2008) postmodern kopmanın salt kültürel bir bağlamda ele alınmamasıgerektiğini, postmodern kuramların aynı zamanda, Daniel Bell’in (1973) adına “postendüstriyel toplum”, Peter Drucker’in (1993, 1994) “bilgi toplumu”, Masuda’nın (1990)enformasyon toplumu ve Castells’in (1999) “ağsı toplum” olarak adlandığı yeni toplumtipiyle de güçlü bir kan bağı olduğunu ifade ediyor. Jameson postmodernliği, geçkapitalizmin kültürel mantığı olarak adlandırmaktadır.
Ona göre postmodern dünya,öncülünden çok daha insancıl, çok daha insana özgü bir dünyadır. Jameson’un “geçkapitalizm” olarak adlandırdığı dönemi, Albrow (1996), modernlikten sonra gelen “küreselçağ” olarak adlandırmaktadır. Beck (2003) is bu dönemi ulus devletin gerilediği “ikincimodernlik” çağı olarak adlandırmaktadır. Öte yandan küreselleşmenin modernleşme ileözdeş tutulmasına karşı çıkarak, küreselleşmeyi post-modernliğe doğru bir hareket olarakgören yazarlar da mevcuttur
Giddens’a göre, postmodernlik, günümüzdeki dönüşümleri epistemolojik terimlerle anlar ya da epistemolojiyi tümüyle bir kenara iter, benliği çözülmüş ve parçalanmış olarak değerlendirir, hakikatı tarihsel olarak görür, bireylerin küreselleşme karşında hissettikleri güçsüzlüğü kuramsallaştırma yoluna gider.
Ancak radikal modernlik, parçalanmışlık duygusu yaratan kurumsal gelişimleri belirlemeye çalışır, yüksek modernliği, dağılmanın küresel bütünleşmeye yönelik egemen eğilimlerle diyalektik olarak bağlantılı olduğu bir koşullar kümesi olarak görür, postmodernliği, modernliğin kurumlarının ‘ötesine’ yönelen olası dönüşümler olarak tanımlar.
Sosyal teorisyenler ve saha araştırmalarının ortaya koyduğu birbiri ile çelişensonuçlar, sosyal teoride radikal modernlik (Giddens, 1994), çoklu modernlik (Eisenstadt,2000), batı dışı modernlik (Göle, 2000) gibi çok sayıda yeni modernlik yaklaşımını ortayaçıkarmıştır.
Post-modernlerden farklı olarak, geç modernlik teorisyenleri, moderniteyi Habermas’ın ifadesiyle “bitmemiş proje” olarak görmelerine rağmen klasik modernlikkuramlarından daha farklı modernlik süreçleri yaşadığımızı iddia etmektedirler.