Kırklareli’de siyasi tartışmalar genelde yerel yönetimler üzerinden yapılıyor. Pek çok kişi yerel yönetimin ne demek olduğunu bilmiyor olsa bile, eleştiriler de hep buna yönelik oluyor. Yerel yönetimler, kentlerin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel örgütlenmesinde etkili olan yönetsel yapılardır. Bu alana yönelik dikkate değer bir deneyim ve bu deneyime ilişkin çok sayıda araştırma ve çalışmanın varlığına karşın, yerel yönetim deneyimini anlamamıza olanak sağlayacak kuramsal çalışmaların yeterince olgunlaştığını söyleyebilmek mümkün değildir.

Yerel yönetim yapılarının bu derece çeşitlendiği, başta kentler olmak üzere yönettikleri mekânsal birimlerin bu derece karmaşık hale geldiği bir dönemde, yerel yönetim kuramlarına başvurmadan bu karmaşık gerçeklik anlaşılamaz. Bununla birlikte, birçok alanda olduğu gibi, yerel yönetimler alanında da birden çok yaklaşımın bulunduğu görülmektedir.

Yerel yönetimler devlet örgütlenmesinin bir parçası olarak görüldüğünden, bu bölümde tartışacağımız yerel yönetim kuramlarının her birinin bir devlet yaklaşımından kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çerçevede bütün kuramlar yerel yönetimleri devletin bir parçası olarak görmekle birlikte, aralarında hem devletin ne olduğuna hem de devlet örgütlenmesi içinde yerel yönetimlerin yeri ve özgünlüğüne ilişkin önemli farklılıklar vardır.

İzleyen bölümlerde üç devlet yaklaşımını (paradigmayı) ele alacağız ve her bir yaklaşımın yerel yönetim kuramını ayrıntılarıyla tartışacağız. Bunlar, çoğulcu, yönetimci ve sınıf-merkezli paradigmalardır. Bu tartışmadan önce kısaca da olsa paradigmaların temel bazı özelliklerine değinmek gerekiyor. Birincisi, her paradigmanın kendisini evinde hissettiği bir alan vardır.

Her yaklaşım bu etki alanında diğer paradigmalara göre güçlü iken, bu alandan çıkıldıkça gücünü yitirmektedir. Çoğulcu paradigmaya göre, modern toplumlarda devleti anlamak için bireyler ve birey temelli grupların devleti etkilemek için verdikleri mücadelelere odaklanmamız gerekir. Kaçınılmaz sonuç, devlet tartışmasının demokrasi sorunuyla birlikte ele alınmasıdır. Yönetimci paradigma ise, devleti doyurucu biçimde anlamak istiyorsak, devletin kurumsal yapısına yoğunlaşmamız gerektiğini öne sürer. Yönetimci yaklaşımın devlet tartışması bürokrasinin rolü ile özdeşleşir.

Sınıf merkezli paradigma bireylerin yerine sınıfları ve sınıflar arası mücadeleyi koyarak devleti ve devletin işlevlerini anlamayı hedefler. Sınıf paradigması içinse devlet tartışması kapitalizm ile olan ilişkisi çerçevesinde anlam kazanır. İkincisi, paradigmalar açıklayıcı güçlerini artırmak için güçlü oldukları açıklama alanın dışına çıkma eğilimi gösterip, diğer paradigmaların alanlarına girme eğilimi taşırlar. Bu tür durumlarda daha kapsayıcı hale gelmiş görünseler de, asli alanlarından uzaklaştıkça açıklayıcı güçlerini ve tutarlılıklarını yitirmeye başlarlar.

Dikkat çekmek istediğimiz üçüncü nokta ise, paradigmalar ve kuramlar değişen dünyaya ayak uydurma, onu açıklayabilme kaygılarıyla kendilerini sürekli gözden geçirirler. Kimi paradigmaların kuramları bu değişimi bütünlüğünü koruyarak başarırken, bazıları bu uğraşlarında başarısız olup, bütünlüklerini yitirebilirler. Gelişmiş ülkelerin İkinci Dünya Savaşı sonrası yerel yönetim deneyimine ilişkin iki ana dönem tespit edilmektedir. Birinci dönem refah devleti ile özdeşleşen Keynesçi dönemdir. İkinci dönem, piyasa mekanizmalarının ön plana çıkarıldığı ve Yeni-Sağ ve neo-liberal projelerin başat hale geldiği Keynesçilik sonrası dönemi açıklamayı hedeflemektedir.

Batılı ülkelerin büyük bölümünde çeşitli farklılıklar göstererek de olsa, Keynesçi refah devleti uygulamaları İkinci Dünya Savaşı sonrasında ağırlık kazanmış, bu durum 1970’li yılların sonuna kadar devam etmiştir. Refah devleti açısından, kentler önemli mekânsal odaklar olmuşlardır. Çünkü refah devletini tanımlayan eğitim, sağlık, konut vb. hizmetlerin büyük bölümü kent mekânına özgü nitelik taşımaktadır. Bu durum, kentin kendisini önemli hale getirirken, yerel yönetimler de bu hizmetleri sağlayan kurumlar olarak ön plana çıkmıştır.

Bu dönemde, kolektif tüketimin örgütleyicisi olarak yerel yönetimler, refah devletinin en önemli uygulayıcı birimleri olmuştur. Söz konusu ekonomik ve siyasal bağlam, aşağıda daha detaylı olarak göstereceğimiz gibi, yerel yönetimlere ilişkin kuramların hemen hepsini büyük ölçüde etkilemiş ve kuramsallaştırma çabalarında yerel yönetimlerin refah devleti uygulamalarında oynadığı roller çarpıcı bir biçimde ön plana çıkarılmıştır. Bu genel değerlendirmeyi yaptıktan sonra, söz konusu paradigmaların yerel yönetimlere ilişkin geliştirdikleri kuramları değerlendirebiliriz