Nedense yaptığım araştırmalarda hep aynı olguya takılıp kalıyorum: yoksulluk. Özellikle bizim ilkokul çağımızda yoksulluk sanki daha görülebilirdi. Ya da ben Kırklareli’de belli konumlar dışında bir yoksulluğa denk gelmiyorum.

Mutlak yoksulluk birey, aile ve toplumsal grupların gıda, barınma, giysi gibi temel biyolojik ihtiyaçlarını karşılayabilecek asgari gelir ve tüketim düzeyinin altında kalması olarak tanımlanmaktadır. Göreli yoksulluk tanımında biyolojik ihtiyaçların yanı sıra toplumsal ihtiyaçlarda dikkate alınmaktadır. Yoksulluk, bireyin, hanenin ya da grupların geçinebilmek için içinde bulundukları toplumun ortalama yaşam standardının altında bir gelir ve tüketime sahip olması olarak tanımlanmaktadır.

İnsani yoksulluk kavramı, kişinin varolan kapasitesini geliştirebilmesi ve kullanabilmesi için fırsatlara erişimini ifade eder. İnsani gelişme yaklaşımının temelinde, kişinin fırsatlara erişimi ne kadar kolaylaşırsa, kapasitesini geliştirebilme olanaklarının da o kadar artacağı anlayışı vardır ve nihai amacı insan haklarını genişletmektedir. İnsani gelişme, kişinin kendi yararına olmak üzere, yaşamını biçimlendirme ve etkileme süreçlerine aktif katılımı anlamına gelmektedir.

Toplumsal dışlanma, Avrupa’da 1980’den sonra sosyal politika ve akademik tartışmalarda yoksulluk yerine kullanılan bir kavramdır. Yoksulluk basitçe maddi ve parasal bir sorun olarak gelir yoksulluğu olarak görülürken, dışlanma gelir yoksulluğu dışında geçinme, istihdam, kazanç, mülkiyet, konut, asgari tüketim, eğitim, vatandaşlık gibi yoksunluk durumlarını da anlatmaktadır. Toplumsal dışlanma kavramı yoksunluğa neden olan ilişki ve süreçlere odaklanmaktadır. Bu nokta dışlanma kavramını, yoksulluğu sonuç ve statik bir durum olarak değerlendiren yoksulluk yaklaşımlarından ayırmaktadır.

Yoksulluğu ölçmenin en temel amaçlarından bir tanesi yoksul kişiyi tanımlayabilmek ve böylece hedefe uygun müdahaleler geliştirebilmektir. Ayrıca, yoksul insanları gündemde tutmak, yoksullara yönelik projeleri yürütmek, değerlendirmek, politik müdahalelerde bulunmak ve hedefi yoksul insanlara yardım etmek olan kurumların etkinliğini arttırmak yoksulluğun ölçümünün nedenleri arasındadır.

Yoksulluk çözümlemesinde kullanılabilecek verileri toplamak için birkaç veri toplama tekniği mevcuttur. Oldukça az sayıdaki araştırmanın birincil amacı yoksulluk ölçümü yapmaktır. Bu nedenle yoksulluk çözümlemesi yapanların, araştırmaların başka amaçlar için gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini ve eğer araştırma başka amaçlar için yapılmış ise buradan elde edilen verilerin yoksulluğu ve yaşam koşullarındaki değişiklikleri ölçmek için güvenilirliğini dikkatlice değerlendirmeleri gerekmektedir.

Yoksulluğun sebeplerini kalıtsal kişisel özelliklere atıfla açıklayan yaklaşım biçiminin temel noktası, kurbanı suçlamak üzerine kuruludur. Yoksul kişi, kendine ait kusurları nedeniyle yoksuldur ve genellikle kalıtsal eksikliklerin kişinin zekâsını etkilediği ileri sürülür. Günümüzde yoksulluğu açıklamakta genetik faktörler akademik çevrelerde çok önemli bir yer almasa da günlük yaşamda insanlar arasında göreli olarak önemini korumaktadır. Tesadüfî kişisel karakteristiklerin yan ürünü olarak yapılan yoksulluğun nedenlerine ilişkin yaklaşımda, değer ve normlara vurgu yapılır ve kültürel toplumsallaşma süreci ile değerler dizisinin kuşaklararası aktarılmasıyla yoksulluk döngüsünün aralıksız devam ettiği üzerinde durulur.

Yoksulluğun toplumsal sistemin bir yan ürün olduğu görüşü Liberal Reformistler tarafından olduğu kadar muhafazakârlar tarafından da benimsenmiştir. Örneğin Charles Murray, A.B.D.’deki sınıf-altı sorununu 1960’larda oluşturulan ve 1970’lerde genişletilen refah politikalarının talihsiz bir yan ürünü olarak görür. Murray, bu programların insanları yoksulluktan kurtulmak için stratejiler üretme konusunda sorumsuz hale getirdiği ve insanların yoksulluklarını sürdürmelerini teşvik edici etkisi olduğunu ileri sürer. Murray’a göre refah devleti politikaları sadece yoksulların rasyonel bir biçimde refah sistemini sömürmelerine yol açar. Çözüm ise, sosyal programları ortadan kaldırarak yoksulların çalışmaya başlamalarını ve sorumluluk almaları ve böylece kendilerini yoksulluktan kurtarmalarını sağlamak olmalıdır.

Yoksulluğu açıklamakta bir diğer yaklaşım, toplumsal sistemin yarattığı sonuçlar üzerinde durur. Buna göre, yoksulluk tesadüfî bir şey değildir, çağdaş kapitalizmde yoksulluk sınıf sömürüsüne dayanır. Bu anlamda yoksulluk bir yan ürün değil, ekonomik yapı, sınıf ve sömürü üzerine kurulu bir toplumun vazgeçilmez özelliğidir. Yoksulluğun devamından faydalanan güçlü ve ayrıcalıklı aktörlerin bulunduğu kapitalist sistemde, yoksulluk bu aktörlerin çıkarlarının devamlılığı açısından zorunlu bir durumdur. Bu yaklaşım biçimine göre, yoksulluğun son derece önemli politik uygulamaları vardır. Bu yaklaşımın en önemli versiyonu Marksist gelenek olarak tanımlanan ve yoksulluk çağdaş kapitalizmde sınıf sömürüsü temeline dayanmaktadır.

Diğer taraftan, sınıf sömürüsüne dayalı yoksulluk açıklamasında, yoksulluğu azaltmak için güçlü, ayrıcalıklı toplumsal güçleri dönüştürmek değil ortadan kaldırmak gerekmektedir. Şiddetli yoksulluğun kalıcı olarak yaşanmasında, ne güçlü elitlerin yoksulluğun çözümüne ilişkin yanlış fikirleri ne de dar bakış açısı bir neden değil fakat bu elitlerin yoksulluğun varlığından çıkar ve iktidarlarının devamlılığını sağlamaları temel etkendir.