Bir Bulgaristan göçmeni olarak sosyoloji eğitimi boyunca en çok merak ettiğim konuların başında göç geldi her zaman. Kırklareli’de yaşamaya başladığım zamanda beri de göç konularını araştırmaya devam ediyorum.

Göç olgusuna ait sosyolojik bir zorluk, göçü tanımlamada kullanılacak kapsayıcı ortak bir tanım yapmanın zorluğu hatta neredeyse imkânsızlığıdır. Çünkü her bir göç ve göç dalgası, gerek nedenleri gerek içeriği gerekse de gerçekleşme ve yaşanma şekliyle birbirinden farklı ve biriciktir. Dolayısıyla bu farklılıklar ortak ve kapsayıcı bir tanımın ortaya konulmasını engellemektedir. Ayrıca buradan da anlaşılacağı üzere her bir göç, kendi şartları ve bütünlüğü içerisinde anlaşılması gerekmektedir. Unutulmaması gereken ve analiz malzemesi olarak kullanılması gereken bir diğer nokta bu süreç içerisinde, pek çok faktör gelişip değişmekte ve dolayısıyla da göçün içeriği ve yapısı sürekli olarak değişime uğramaktadır.

Bu değişimlere bağlı olarak da göçün özellikleri değişmekte dolayısıyla da göçün tanımını değiştirmek gerekmektedir. Fransa’da yaşayan Afrika kökenli göçmenler üzerine çalışan bir sosyal bilimci göçü tarihsel sürecinde tanımlamaya çalışırken, göç nedeni olarak Fransa ve Afrika ülkeleri arasındaki tarihsel kolonyal ilişkilerden yani sömürgecilik ilişkilerinden hareket etmek zorundadır. Çünkü Afrika’dan Fransa’ya gerçekleşen göçün kökeni bu döneme dayanmaktadır.

Almanya’da yaşayan Türk göçmenler üzerine çalışan bir sosyal bilimci ise göç tanımını kolonyal ilişkilere değil, ikinci dünya savaşından sonra Avrupa’da ortaya çıkan işgücü açığına, yani işgücünün dolaşımına dayandırmalıdır. Görüldüğü üzere, her iki göç görüntü olarak bir benzerlik (yurtdışında yaşayan göçmen olma ve uluslararası göç) taşısa da içerik ve tanım olarak birbirlerinden farklılardır. Yine Türkiye’den Almanya’ya doğru yaşanan göç olgusunu örnek olarak analiz etmeye devam ettiğimizde, bu göçün ilk döneminde Türk işçilerin bu ülkeye misafir işçi olarak kabul edildiğini gözlemekteyiz. Takip eden dönemde, ülkede yabancı işgücüne ihtiyaç kalmayınca Almanya’ya işçi alımını durdurmuştur.

Fakat bu durum göçü engellemeye yetmemiş sonraki süreçte göç, ailelerin birleşimi üzerinden devam etmiştir. Yani Türkiye’den evlenen Almanya’daki Türk işçiler Türkiye’den Almanya’ya doğru yaşanan göçün devam etmesini sağlamıştır. Üzerinden yıllar geçse de hala bu ülkeye göç, ailelerin birleşmesi yoluyla, yani hukuksal bir süreç olarak devam etmektedir. Bu örnek de bize göstermektedir ki bahsedilen göç aynı olsa da süreç içerisinde göçün yapısı ve formatı değişmiştir. Tüm bu karmaşa, birden fazla faktörün etkilediği süreçleri ve içerikleri anlamamız için ortaklık içeren göç tanımlarına ve çeşitlerine bakmamız gerekmektedir.

Çünkü bu tanımlar biz sosyal bilimcilere çalıştığımız ya da üzerine düşündüğümüz göçleri anlamamız için kategorik bir düzenleme yapmaktadır. Ayrıca bir sonraki başlık altında aktarılacak olan göç kuramları ise göç olgusunu daha iyi anlamamıza ve göçleri sınıflandırmamıza yardımcı olacak anahtarlar olacaktır. Bu kadar farklı tanım ve kuram içerisinde odaklanmamız gereken ortak noktalar, nüfus ve coğrafya temelli bir harekettir. Bir başka ifadeyle, sosyal sonuçları olan coğrafi nüfus hareketidir

Faist göçü nerede ve nasıl gördüğü bağlamında tanımlamakta ve bu tanımı kendi araştırma zemini için işler kılmaya çalışmaktadır. “En genel şekliyle uzamsal hareket, bir mekândan diğerine, bir toplumsal veya siyasal birimden diğerine doğru aktarım olarak anlaşılabilir. Bu kavram, alanın toplumsal, siyasi ve ekonomik ilgili yapım için bir nevi taşıyıcı olduğu anlayışına dayanır. Göç, yaşanılan yerin daimi veya yarı-daimi olarak, genellikle bir çeşit idari sınırın dışına doğru değiştirilmesidir.

Castles ve Miller Göçler Çağı adlı eserinde modern dünyadaki uluslararası göçü ve bunun nasıl yaşandığını ayrıntılı şekilde anlatmaya çalışmaktadırlar. Bu anlatım içerisinde göç olgusunu çok boyutlu, göç alan ve veren toplumu da etkileyen toplumsal eylem olarak tanımlamaya çalışırlar. “Göç toplumsal değişimin neden olduğu kolektif bir eylemdir ve hem göç alan hem de göç veren ülkedeki bütün toplumu etkiler. Bunun yanında, göç ve başka bir ülkede yaşama deneyimi çoğunlukla orijinal planların değişmesine neden olur ki göçmenlerin ayrılırken ki niyetleri güncel davranışları hakkında çok az şey söyler. Benzer şekilde, hiçbir devlet göç yoluyla etnik olarak farklılaşmış bir toplum inşa etmek için yola çıkmasa da yine de emek piyasasının gerektirdiği politikalar –toplumsal ilişkiler, kamu politikaları, ulusal kimlik ve uluslararası ilişkilere dönük uzak sonuçlarla beraber- çoğunlukla etnik azınlıkların oluşmasına neden olur”

Çalışmanın kuramsal temeli endüstrileşme ve kentleşme olguları üzerine kurulmuş ve 19. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmeler çalışmanın temel dinamiğini oluşturmuştur. Endüstrileşmeyle birlikte gelişen iş imkânları ve endüstrileşmeye paralel gelişen ulaşım ağları, insanları Avrupa’nın içlerine ve Kuzey Amerika’ya doğru yöneltmiştir. Böylece milyonlarca insan evlerini, topraklarını ve yaşamlarını daha iyi bir hayat için bırakıp, başka yerlere göç etmişlerdir.