Asla taşınmam dediğim İstanbul’dan taşınalı yaklaşık beş sene oldu. Beş senedir Kırklareli’deyim.
Ne kadar tanıyabildim burayı?
Ne kadar benimseyebildim?
İstanbul’da ezbere yürüdüğüm sokaklar gibi yürüyebilir miyim burada da? Kendimi, bir başkasının insafına emanet edebilir miyim?
Neyimi teslim edebilirim bir başkasına?
Yoksa heybemde taşımaya devam mı etmeliyim her şeyimi? Şehirler geçici, acılar kalıcı demiştim hani.
Acıyı neyden yaratıyoruz sahi?
Her gün yolunda gitmeyen onlarca şeyle savaşıyoruz. Bazen kendimizle.
Biliyorsunuz, ben en çok kendimle savaşıyorum.
Öğrendiklerimle, bildiklerimle gördüklerimin aynı olmaması delirtiyor beni. Oysa bana öğretilen buydu. İkisinin aynı olması gerekirdi değil mi?
Demek ki, herkesin başka doğruları varmış. Herkes bir şeyler elde etmek için başka yollar seçermiş.
Yakın zamanda fark ettim.
Ben, her zaman şüphe duymakla övünürüm. Gerçi övünülecek bir yanı da yok ama.
Şüphe, insanı hakikate götürür derdi bir arkadaşım. O gün bugündür karşılaştığım her şeye şüpheyle yaklaşırım.
Bir şey hariç.
İnsanların beni sevdiğine inandırdım kendimi.
Herkesin değil tabii. Bana samimiyet gösteren insanlara kendimi açtım, paylaştım. Nitekim bunun böyle olmayacağı zamanlar da varmış.
Pek yakın zamanda öğrendim.
Herkes, herkesle her şeyi paylaşabilirmiş mesela. Bazı insanlar bir şeyler paylaşmak için bir yakınlık aramazmış. Oysa ne tuhaf.
Birilerine içini açabilmek, yorgunluğunu anlatabilmek için bir samimiyet gerekir benim için.
Ama marifet, herkese anlatabilmekmiş yorgunluğu. İşte o zaman kulak veriliyormuş insana.
Yine de bunu yapabilir miyim?
Herkesi susturup, bağıra bağıra yoruldum diyebilir miyim bilmiyorum.
İnsanlardan hem kaçmak hem de kollarına sığınmak istiyorum nicedir.
Bir kahve daveti, bir akşam oturması teklifi bile heyecanlandırıyor beni.
İnsanlardan bu kadar uzak durmaya çalışırken, bir yanım da onlarla olmak istiyor. Neden?
Yıllarca kendime sorular sordum. Her sorduğum soru, başka bir soruyu doğurdu zihnimde. Çoğu zaman düşünmekten yoruldum, yorulduğum için düşündüm.
Ne için çabalıyorum? Kime yaranmaya çalışıyorum?
Burası benim için, bizim için uygun mu yoksa kendimize başka bir şehir mi seçmeliyiz?
Yine başka bir sorunun içinde miyim yoksa, cevabı bulmaya en yakın anda mıyım bilmiyorum. İnsan tişört değiştirir gibi şehir değiştirir mi?
Acılar yaşıyorum, büyük acılar. Sonrasında büyük mutluluklar.
Uzun zamandır kafamı önümden kaldıramayacağım kadar büyük dertlerim olmadı. İçsel sıkıntılarımın ağır bastığı zamanlar elbette var ama nefes alabiliyor olmanın tadını çıkartmaya çalışıyorum. İnsan, mutlu olmaya da çalışır mı?
Her şeyden çabuk sıkılıyorum. Çalışmaktan da dinlenmekten de sıkılıyorum. Bu ikilem arasında gidip gelmek daha da yoruyor beni.
Birkaç gündür düşünüyorum. Bunu gerçekten paylaşabildiğim bir-iki kişi var.
Onların dışında kiminle paylaşabilirim?
Herkesin, başkasından bir şeyler öğrenmek için savaşlar çıkarttığı bu zamanda kime nasıl güvenip içimi açabilirim bilmiyorum.
Gerçi bu sadece bana özgü bir şey değil tabii ki. Herkesin derdi aynı.
Ben de birileri için, asla bir şey paylaşılmayacak insanlardan biriyimdir mutlaka. Bunu bile bile söylüyorum tüm bunları.
Bugüne kadar ne yaptım insanlar için?
Evet evimi açtım, paramı paylaştım, derdine ortak olmaya çalıştım. Peki sonra?
Bana teşekkür etsin, beni yüceltsin diye miydi bunlar yoksa gerçekten iyi bir insan olmaya çalışmak için mi?
Zihnim dolu. Öyle dolu ki beni uyutmuyor.
Yarın sabahın erken saatinde kalkacağımı bile bile, gecenin karanlığında kendimi dinliyorum. Dinledikçe yazıyorum, yazdıkça siliyorum. Herkesten bir şey saklayan ben, bu satırları üç gündür yazıyorum.
Birileriyle arkadaşlığım bitecek, yeni arkadaşlar edineceğim kendime. Hayat rutinimi değiştireceğim.
Belki de ev arkadaşımla hep yapmak istediğim o güzel tatil için vakit ayıracağım.
Tüm bunlar hızlı, yavaş değişirken siz nerede olacaksınız?
Yine tüm hırslarınızın peşinde koşmaya devam mı edeceksiniz yoksa nihayet, birbirimize kendi yaralarımızı mı göstereceğiz?