Üç farklı şehirde yaşadım. Üç farklı kültür, üç farklı insan topluluğu, üç farklı kural.

İstanbul benim için dünyanın en karmaşık şehirlerinden biri.

Orada yaşayabilmek bile benim için mucizeydi. Nitekim buna rağmen pek çok dostluk kurdum. Bunların kaçı kalıcı oldu, şu an saymak istesem ikiyi geçmez. Çoğuyla sohbeti bıraktım.

Tekirdağ’da yaşadım. Kendi memleketimde. Kendi insanlarımla. Aynı acıyı bölüştüğümüz, aynı ekmeği yediğimiz pek çok insanla tanıştım.

Göçmen, göçmeni gözünden tanır derler. Biz, birbirimizi hep acılarımızdan tanıdık Tekirdağ’da.

Ve nihayet, Kırklareli’ne yerleştim.

Okuldan sonra, burada kalmak istedim. Bilmem sebebi neydi?

Kırklareli’mi beni çekmişti, yoksa ben mi kendi sıkıntılarımdan kurtulmak için Kırklareli’ni seçmiştim bilmiyorum.

İnsan, şehirlerden kaçsa da acılarından kaçamıyor demek ki.

Burada pek çok arkadaş edindim. Kırklareli’nin yerlisi pek çok insanla tanıştım.

Öyle ki, bazı insanları tesadüfen tanısam da onların Kırklareli’de ne kadar önemli kişiler olduğunu çok sonra idrak edebildim.

Tabii tanıdıklarımdan bazılarını keşke tanımamış olsaydım, görüşmeseydik diyorum ama herkes aynı şeyleri yaşıyor. Birileriyle tanışıyor, birileriyle yollarımızı ayırıyoruz.

Tüm bunlar olurken de değişiyoruz.

Hatta öyle ki, her gün, her saat değişiyoruz.

Bizi o kadar fazla şey zorluyor ki bu değişime. Sosyal medyadan tutun, birileriyle iyi olma çabası, birilerinin gözüne girme çabası, birilerinin takdirini alma çabası… Ve daha nicesi.

İnsan tabii ki değişmeli. Uyum sağlamalı, uyum sağlamak zorunda olduğu koşulları da değiştirebilmeli hatta.

Ama bunu kendinden ödün vererek yapmak ne kadar doğru?

Öyle ya da böyle, insan bir yaştan sonra kendi karakterini oturtuyor. Daha önce size, kendimle olan kavgamdan bahsetmiştim.

Hani her saniye kafanın içindeki sese kulak vermek zorunda olduğun kavgalar. Mesela bu insanı değiştirir. Ama hızlı, ama yavaş bir değişime sürükler.

Hem zihnen hem bedenen bir değişimin içinde bulursunuz kendinizi zaman zaman.

Bazen gün içinde yaşadığım değişimlere şahit oluyorum. Bazen içinde olduğum mod, bazen çalışkanlığım, bazen yeterliliğim bazen de karakterim değişiyor.

İnsanın karakteri oturuyor, gün içinde değişebilir mi demeyin. Mutlak değişiyor.

Daha önce de söylediğim gibi, insanlar karşılıklı ilişkiler sonucunda gelişirler, öğrenirler.

Bizi gün içinde değiştiren şey de bu.

Karşınızdaki insanın size karşı takındığı tavır. Oysa insan bunlardan etkilenmemeyi öğrenmeli.

Ben mesela, bunu biliyorum, etrafımda bununla ilgili sorunları olan kişilere de başkalarından etkilenmemeyi öğütlüyorum ama genelde yapamıyorum.

Öyle ki etrafımda herhangi bir değişime uğramış şeyler bile beni değiştiriyor.

Sabahları inanılmaz keyifli uyandığım vakitler oluyor. Evde biraz gezinip, kediyle oynadıktan sonra vakit bulursam kahve, hatta daha fazla vaktim varsa biraz da kitap okumak.

Bunların hepsi gün içinde akşama kadar sürebilecek bir neşe sağlıyor bana.

Fakat gün içerisinde birinin ters bir hareketine tanık olmak, bana karşı söylenen sözlerin ağırlığı, bana alınan tavırla karşılaştığım zaman o an değişime uğruyorum.

Daha sert, daha keskin belki daha kırıcı.

Böyle biri miyim?

Aslında evet.

Öyle ki sinirim, sevgimin de önüne geçer zaman zaman. Sinirlendiğim zaman en sevdiğim insanları bile kırmışlığım vardır.

Aslında değişim derken de bundan bahsediyorum.

Hani her insanın içinde tuttuğu, herkesten sakladığı, sandıklara kilitleyip kaldırdığı bazı özellikleri, tavırları vardır. Belki de yonttuğu demeliyim bu noktada.

Bazı şeyler var ki, bu sandıkların kilitlerini kırıyor, gözün önündeki o yarı saydam perdeyi kaldırıyor.

Bu da değişime uğradığımızı düşündürüyor. Oysa her saniye, kendimizi saklamak için değişime zorluyoruz zihnimizi.

Daha kibar olalım, daha sevilesi olalım.

Birileri tarafından sevilmek, takdir edilmek mutlu ediyor bizi çünkü mutluluğu hep başka şeylerde arıyoruz.

Oysa sevilmek istediğimiz kişileri tanıyor muyuz? Bizimle aynı yolda yürüyebilecekler mi? Bizim elimizden tutacaklar mı? Bize destek olacaklar mı? Bu soruları bir kez olsun aklımızdan geçirmiyoruz.

Çünkü asıl istediğimiz şey sevilmek.

O’nun tarafından sevilmek.

Oysa ben sevginin, herhangi bir şarta bağlanamayacağını düşünüyorum.

Birileri beni kibar olduğum için, çalışkan olduğum için, açık sözlü olduğum için, dürüst olduğum için ya da sakin olduğum için sevmemeli.

Birileri beni, ben olduğum için sevmeli ki bir anlamı olsun.

Diğer türlüsü, doğru değil.

Eğer sevgi bir şarta bağlanıyorsa, gerçekten sevilmiyorsunuz demektir.

Sevdiğiniz insanları neden sevdiğinizi düşünün. Herhangi bir yanıt bulabiliyor musunuz? Eğer yanıtlarınız varsa, sevginizin gerçek olup olmadığını tekrar düşünün.

Eğer bir sevgi şartlara bağlıysa, bu sevgiyi sağlayan şartlar ortadan kalktığında sevgi de ortadan kalkacak demektir.

Birilerini, belki de sadece beni, sahip olduğum özelliklerimden ya da gösterdiğim tavırdan ötürü değil de, böyle olduğum için sevin.