Kırklareli’de çalışmaya başladığım günden beri, kendimi sürekli bir değişimin içinde buluyorum. Geçmişte modern/endüstriyel toplumların tanımlanmasında, geleneksel tarım toplumlarının referans noktası olarak kullanıldığı şekilde, bugünde post-endüstriyel toplumları tanımlarken, modern/endüstriyel toplumlar kullanılmaktadır. Bilindiği şekilde yapısal unsurlar açısından yaklaştığımızda, endüstri toplumları, endüstriyel mal üretiminin (manifucture) egemen olduğu toplumlardır. Sermaye birikimi, büyük ölçekli işletmeler, vasıfsız ya da yarı vasıflı mavi yakalı iş gücü (yani Marks’ın proleteri), sınıf çatışmalarının, püritan etiğin yukarıda sıralanan çalışma disiplinin, rasyonelleştirmenin baskın olduğu toplumlardır.
Oysa post-endüstriyel toplum farklı paradigmalara dayanmaktadır. Endüstri uygarlığında üretim sürecinde stratejik unsurun endüstriyel mal üretimi, yerini, bilgi üretimine bırakıyor. Dolayısıyla endüstriyel mal üretimine göre ve mavi yakalı iş gücüne göre oluşturulmuş, “bilimsel yönetim” ilkeleri ya da “akılcı bürokratik” yönetim kuralları geçmişteki işlevlerinin tam aksine, teşvik edici değil, ayak bağı hâline gelmektedir. Yine piyasanın dayattığı, akılcılaştırma sürecinin bir sonucu olarak, varlığını sürdürebilmek isteyen firmalar, geçmişin yüceltilen akılcılaştırma ilkelerini sorgulamaya başlamışlardır.
Öte yandan modern toplumun ortaya çıkışında işin aileden ayrılmasına özel bir önem verilmiştir. Böylece çalışma hayatının rasyonel kuralları, yeknesak bir biçimde herkese aynı şekilde uygulanabilir hâle gelmiştir. Bunun yanı sıra “ücretsiz aile işçiliği” büyük ölçüde yerine “ücretli iş gücü”ne bırakmıştır. Oysa post-endüstriyel dönüşüm sürecine paralel olarak yeniden “ücretli iş gücü”nün oranında bir gerilemeye tanık olunmaktadır. Kendi işini yapanlarla, evde çalışanların oranlarında şu ana kadar endüstriyel toplumlarda görülmedik düzeyde artışa tanık olunmaktadır. İnsanlar giderek daha çok kendi işlerini yapmaya başlamışlardır. Örneğin Toffler, protestan etiğin gerileyişi ile ücretli çalışanların oranlarının azalması arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Ona göre tüketim için üretimin gelmesiyle birlikte, kişilik yapısı da etkilenecektir.
Özellikle mikro elektronik alanındaki gelişmeler, beden işi yapan iş gücüne duyulan gereksinimi büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Önümüzdeki dönemde muhtemelen giderek artan biçimde zihin işleri de bilgisayarlar tarafından yapılacaktır. Her ne kadar iş tümüyle ortadan kalkmasa bile iş gücüne duyulan ihtiyaç çok daha azalacaktır.
Nitekim Jacques Attali’nin de belirttiği şekilde, 19. yüzyılda yılda ortalama beş bin saat çalışan iş gücü, 1900 yılında yılda üç bin iki yüz saat çalışmaya başlamıştır. Bu oran gelişmiş ülkelerde, bin saate kadar düşecek ve insan yaşamında çalışmaya adanan süre on beşte bire gerileyecektir. Çalışanların yarıdan fazlası ücret almayacak ve ücretliler ne tam zamanlı çalışacak ne de bir işletmeye sınırlı sözleşme ile bağlı olacaktır. İşyerine gitmeden çalışma, istihdamın yarısını oluşturacak. İnsanlar aynı zamanda hem birçok şirketin ortağı hem de kendi işvereni olabilecektir.
Birçok simge kullanıcıları, avukatlar, danışmanlar, reklamcılar, işletme ortakları giderek daha fazla kendi evlerinden, telekomünikasyon ağları sayesinde çalışacaktır. İşin yerini alacak olan birçok etkinliğe sahip olacaklar ve bunları bir hisse senedini yönetir gibi yöneteceklerdir. Tüketim ile iş, yetişme ile hobi arasındaki fark azalacak, çünkü bütün bu etkinliklerin diğerleriyle ortak yönleri var ve bir tür kendi kendine üretim etrafında diğerleriyle birleşmektedir.
Yine yapılan bir başka tahmine göre 2000’li yıllarda şimdiki iş gücünün ancak beşte biri iş bulabilecektir. Bu durum toplumda ve çalışmanın felsefesinde de değişiklikler yaratacaktır (Young, Gamst). Aslında bu değişim şimdiden başlamış ve püritan etik bu çağın ethos’u olmaktan uzaklaşmıştır. Çalışma disiplininde gerilemeler olurken, boş zaman etkinliklerinde şimdiye değin görülmedik düzeyde artış ortaya çıkmıştır. Tam istihdamda gerilemeler ortaya çıkarken, part-time çalışmada artış ortaya çıkmaktadır. Özellikle geleneksel bazı işler tümüyle ortadan kalkarken, ortalama çalışma sürelerinde de kısalma ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık ortaya çıkan yeni meslekler ise tümüyle bilgi yoğun ve yaratıcılık gerektiren mesleklerdir. Bu durum doğal olarak iş gücünün kültürel özelliklerinde de büyük bir kültürel evrimin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Bazı yazarlar, buradan hareketle geleceğin etiğinin boş zaman etiği olacağını belirtirken, bazıları da gönüllü çalışma etiği (Lord) olacağını belirtmektedir. Nitekim post-endüstriyel dönüşüm sürecini yaşayan toplumlarda gönüllü çalışma etkinliklerinde Drucker’ın da belirttiği şekilde olağanüstü artışlar ortaya çıkmaktadır. Gönüllü çalışmaya dayanan üçüncü sektörün hızla büyümesine tanık olunmaktadır.