Kırklareli’nin sınır şehri olması sebebiyle pek çok göçmen haberi duyuyoruz. Çok göç almamızın yanı sıra aynı zamanda göç de veriyor. Uzun süren II. Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupa’nın yeniden inşası için çok yoğun bir işgücü ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 1960’lardan itibaren, Almanya başta olmak üzere, Türkiye ile birçok Avrupa ülkesi arasında anlaşmalar imzalanmış ve kitlesel olarak yurtdışına işgücü göçü başlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) aracılığı ile 1961’de Federal Almanya, 1964’te Avusturya, Hollanda ve Belçika, 1965’de Fransa ve 1968’de Avustralya ile işgücü anlaşmaları yapılmış ve milyonlarca kişi çalışmak üzere Avrupa ülkelerine gitmiştir. 1960’lı yılların başlarındaki kitlesel işgücü göçlerine kadar, Türkiye’de yurtdışına çıkmanın kısıtlanmış olmasından dolayı, Türkiye kaynaklı göçleri ağırlıklı olarak gayrimüslim göçleri oluşturmuştur. 1960 darbesinden sonra hazırlanan anayasa ile kısmi bir özgürlük ortamı oluşturulmuş, yurtdışına çıkışlar kolaylaştırılmıştır. 1961’de ilk olarak Almanya ile başlayan işgücü anlaşmaları dışında da bireysel ve zincirleme göçlerle Türkiye’den Avrupa ülkelerine yüz binlerce kişi göç etmiştir.

Avrupa ülkeleri dışında, yerleşmek amacıyla göç edilmemiş olsa bile, müteahhitlik projeleri çerçevesinde Suudi Arabistan, Libya, Kuveyt, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkelerinde, Rusya ve diğer Birleşik Devletler Topluluğu ülkelerinde de erkek ağırlıklı bir çalışan Türk nüfusun bulunduğu göz ardı edilmemelidir. Türkiye’den Avrupa ülkelerine yapılan göçler kabaca birkaç döneme ayrılabilir: 1960’larda başlayan işgücü göçü, 1970’lerde aile birleşmeleriyle sosyal göçe, 1980’lerde 12 Eylül darbesi sonrası siyasal göçe, 1990’larda ise terör nedeniyle etnik göçe dönüşmüştür. 2000’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’deki demokratik ve ekonomik gelişmeler sonucunda sınırlı da olsa bir tersine göç süreci başlamıştır.

Göçün ilk yıllarında her iki taraf da geçici bir çalışma süresi olacağını ve bir süre sonra Türk işçilerin vatanlarına döneceklerini düşünmekteydi. Zaten 30 Ekim 1961’de imzalanan göç anlaşmasına göre de, işçi pasaportları en fazla üç yıl uzatılmakta, çalışma ve oturma izinleri de iki yılla sınırlı tutulmaktaydı. Ancak ikişer yıllık oturma izinleri sürekli yenilenmiş ve geçici işçilik her iki tarafın rızası ile zamanla kalıcılığa dönüşmüştür.

Özellikle 1973 yılında yaşanan petrol krizi nedeniyle işçi alımları durdurulmuş, Türk işçiler ise memleketlerine dönmek yerine Türkiye’deki eş ve çocuklarını da yanlarına getirerek aile birleşimi ile, Avrupa’da kalıcı olmak adına önemli bir adım atmışlardır. Göç serüveninin başlamasının üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin istihdam, eğitim, uyum, anadili, din dersi vb. problemleri hâlen devam etmektedir. Çalışmak üzere giden birinci kuşaktan sonra, sayıları milyonlarla ifade edilen, göç edilen ülkelerde dünyaya gelen veya hayatının önemli bir kısmını göçmen olarak geçiren yeni kuşaklar, bulundukları ülkenin vatandaşlığına geçmiş olsalar da yabancı olmanın tüm dezavantajlarını yaşamaya devam etmektedirler.

1960'lı Yıllara kadar Türkiye'den yurtdışına yapılan göçlerin ağırlıklı olarak gayrimüslimlerin göçleri olduğu bilinmektedir. Bu göçlerin, ekonomik nedenlerden ziyade siyasi ve kültürel nedenlerden kaynaklanan göçler olduğu söylenebilir. 1923-1960 yılları arası dönemde, binlerce gayrimüslimin bazen bireysel olarak, bazen de küçük gruplar halinde Türkiye’den ayrılmıştır. 1935 yılında Yunanca konuşan 10 bin Türk vatandaşı Türkiye’den göç etmiştir. Ayrıca, 1940'lı yılların başında çıkarılan Varlık Vergisi gayrimüslimlerin göçlerini hızlandırmıştır. Öte yandan, İsrail Devleti'nin kuruluşundan sonra 1948 ve 1952 yılları arasında yaklaşık 35 bin Musevi Türkiye'den İsrail'e göç etmiştir.

1942-43 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 Kıbrıs’taki çatışmalar gibi nedenlerle Rumların nüfusunda çok hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Nüfus mübadelesi sonrasında 1925’te 100 bine düşen İstanbul’daki Rum Nüfus, 1955’te 80 bine, 1960’ta 65 bine, 1965’te 48 bine düşmüştür. 2006 yılı rakamlarına göre ise İstanbul’da yaşayan Rum sayısı yaklaşık 2 bin 500 kişi olarak tahmin edilirken, Rum cemaatinin tahminlerine göre 2015 sonrasında bu sayının bin 500’e kadar düştüğü ifade edilmektedir.

Türkiye’den yurtdışına göçler açısından Almanya ile ilk işgücü anlaşmasının imzalandığı 1961 yılının önemli bir dönüm noktası olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Bu tarihten sonra Türkiye, birçok Batı Avrupa ülkesi ile ikili anlaşmalar imzalayarak, Avrupa’daki işgücü açığını kapatan önemli bir kaynak ülke olmuştur. Uzun süren II. Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupa’nın yeniden inşası için çok fazla sayıda ucuz işgücü ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Bu ihtiyaç da Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerine ilk işgücü göçünü başlatmıştır. Önce İngiltere ve Fransa’ya, 1950’lerden sonra ise Almanya’ya kitlesel bir işgücü göçü başlamıştır. Avrupa’nın bu merkez ülkeleri, önce İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi Avrupa’nın çevre ülkeleri ile iş gücü anlaşmaları imzalamışlardır. Daha sonra ise ihtiyaç duyulan daha fazla işgücünün karşılanması için Fas, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri, Türkiye ve Yugoslavya göç anlaşmaları imzalayan ülkeler arasına katılmıştır.