Kırklareli’ye gelip üniversite okuduktan sonra kafamda geleceğime dair türlü şey canlandırdım. Yükseklisans yapmak en gerçekçi hayallerimden biriydi mesela. Hatta yükseklisans sürecinde hangi konu üzerinde yoğunlaşacağımı bile seçmiştim.
Tabii ki bunu seçmemde Kırklareli’nin çok faydası oldu. Bazı zamanlar insanlar arasındaki kültür farkları o kadar açık bir şekilde ortaya çıkıyor ki burada, insani kendisine çekiyor. Sınıf eleştirmenlerine göre, tüketime dayalı yeni bir çağ olarak kabul edilen savaş sonrası dönemin ekonomik eğilimleri, modernitede sınıf ilişkilerinin ortaya çıkmasına neden olan koşulların önemini azaltmıştır.
Önceleri sınıf topluluklarını tanımlayan işyeri ve ekonomik ilişkiler tüketimin artan merkeziyetçiliğinin gölgesinde kalırken, sınıf bağlılıklarının yerini farklı yaşam tarzları silsilesini ortaya koyan tüketim farklılıkları almıştır.
Diğer bir deyişle, yaşam standartlarındaki değişmelerin ve tüketimin giderek artan rolünün bir sonucu olarak sınıf kimlikleri yüzeyselleşmiş, bireylerin kendilerini bir sınıfla özdeşleştirmeleri durumu giderek zayıflamıştır.
Aynı sınıf içerisinde aynı gelir seviyesi sahip insanlar, farklı yaşam tarzlarına, alt kültürlere, sosyal bağlara ve kimliklere sahiptirler. Bu nedenle sınıf konumun bilinmesiyle bireyin kişisel beklentileri, aile konumu sosyal ve politik düşünceleri ya da kimliği belirlenemez.
Esasen bu durum, yalnızca gittikçe artan zenginlik ve yaşam standartlarının yükselmesi meselesi değil, toplumsal yaşamda daha çok parçalanmış ve daha geçici bir dizi kültürel kimliklerin oluşmasına olanak verecek şekilde üretimden çok tüketimin gittikçe artan merkeziyetçiliğinin bir sonucudur.
Tüketim insanların yaşamlarında giderek artan önemi ve yaygınlığı bireyleri seçmek ve belirlemek zorunda oldukları daha geniş bir yaşam tarzları alanı olduğu anlamına geliyor.
Kimlik arama, en genel anlamda sınıf ve statü konumu, mavi yakalılar ve beyaz yakalılar, çalışan kadın ve ev kadını gibi karşıtlıklar arasında eski katı ayrımların ortadan kalkmaya başladığı ve geleneksel sosyal bağların zayıfladığı bir dünyada kişinin sosyal kimliğini ifade etmek ve kendisini diğerlerinden ayrı tutmak için tüketim mallarını kullandığını ifade eder.
Burada öne çıkan düşünce her şeyden önce, geçmişte kimliğin oluşturulmasında bireyler için en önemli faktörlerden birisi olan üretim süreci içindeki rollerin günümüz toplumlarında artık önem taşımadığıdır.
Mesleklere ilişkin üyelikler, çalışma yaşamı, kişisel başarı, karakter ve mizaçtan çok kimliğin inşa edildiği bir temel ve onu belirleyen bir faktör olarak tüketime her zamankinden daha fazla vurgu yapılmaktadır.
Tüketim ve sınıf bağlamında ortaya konulan bir başka argüman, ekonomik refahın artmasıyla birlikte bireylerin daha önce başka sınıfların tekelinde kalan dolayısıyla da erişimlerinin dışında olan tüketim mallarına sahip olma ve hizmetlerden yararlanma olanaklarının ortaya çıkmış olmasıyla sınıf etkilerinin gittikçe zayıflamış olduğudur.
Bu açık bir şekilde tüketimin eşitleyici bir işleve sahip olduğu düşüncesine dayanıyor.
Gelgelelim farklı sınıfların benzer mal ve hizmetleri tüketebildiği varsayımına dayanan bu tür bir argüman yalnızca kapitalizmin yükselen ideolojisini desteklemektedir.
Zira ona göre farklı sınıfların benzer tüketim mal ve hizmetlerini tüketebilmesi temeline dayanan bu ideoloji aslında yalnızca sınıf farklılıklarının daha az görünür olmasına aracılık etmektedir.
İşçi ve patronun futbol maçlarını izlemesi, aynı gazeteyi okuması, aynı tatil yerlerine gitmesi ya da sekreterin bir sanayicinin kızı kadar çekici giyinebilmesi sınıfların yitişini değil ama kodamanların korunmasına hizmet eden gereksinim ve doyumların altta yatan nüfus tarafından paylaşıldığı düzeyi belirtir.
Tam anlamıyla diğer sınıfların standartlarını paylaşabildiği ve aynı yaşam şanslarına sahip olduğu anlamına gelmiyor. Sosyolojik terimlerle ifade edecek olursak, işçi sınıfının daha varlıklı hale gelmesi ve daha öce erişim sınırlarının dışında yer alan bir dizi tüketim mallarına sahip olması tabakalaşma yapısı içindeki konumunu değiştirmemiştir.
İşçi sınıfı hala gelir ve statü hiyerarşisinin altında ya da alta yakın bir konumunda olmasına karşın, ekonomik refahın artmasıyla birlikte kazançlarındaki artış yaşam tarzlarında bir değişikliğe neden olmuştur.
Yine de, bu türden bir değişikliği yalnızca işçi sınıfına mahsus olan bir durum olarak görmenin gerçekçi bir yanı yoktur.
Yaşam standartlarının yükselmesiyle birlikte orantılı ya da orantısız bir biçimde bütün sınıflar açısından konut ya da otomobil sahibi olma oranındaki artışlar da dahil olmak üzere, tüketim mallarına sahip olma oranları yükselmiştir.
Dolayısıyla, ortada olan durum, esasen bütün sınıfların daha çok tüketebildiğinden başka bir şey değildir.
Ayrıca, bu çerçeve altının çizilmesi gereken önemli bir nokta, sosyal sınıfın her şeyden önce ekonomik kazanımların nasıl harcandığıyla ilgili olmasından öte, kazanımların nasıl elde edildiğiyle ilgili olduğudur.
Esasen birçok sınıf kuramcısı kitlesel tüketim ve zenginlikle birlikte sınıfsal eşitsizliklerin yeniden üretildiği savını öne çekiyor.
Bu kuramcılara göre, yaşam tarzları bireyselleşmiş ve farklılaşmış olmasına karşın sistematik olarak sosyal eşitsizliklerle ilişkili kalmaya devam ediyor.