Kırklareli’de olduğu gibi pek çok yerde farklı toplumsal koşullar dinin de farklı yorumlanmasına sebep olabilir. Baykan Sezer din olayına, toplumlar arası ilişkileri, toplumsal farklılıkları tanımamıza yardımcı olacak bir dünya görüşü olarak yaklaşmıştır. Sezer, tartışmasına, sosyoloji babalarının dinle ilgili çalışmalarına, dine verdikleri önemle kısaca başlamış ve bazı sorulara cevap arayarak devam etmiştir: Din nedir, nasıl tanımlanır? İnsanlar dini ne olarak görmüştür? İnsanlar dini nasıl kullanmıştır ve nasıl kullanmaktadır? İnsanlar dini neden tercih etmişlerdir? Din, hangi toplumlarda, nasıl var olmuş, nasıl ortaya çıkmıştır?
Baykan Sezer, kitapta birçok topluma -Tarım Toplumları, Doğu ve Batı Toplumları gibi- ve birçok dine de -Budizm, Brahmanizm, İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik- ayrı ayrı yer vermiş; birçoğunu da detaylıca anlatmıştır. Örnek verecek olursak Doğu Toplumlarından bahsederken Brahmanizm ve Budizm’e değinmiş, neden, hangi toplumsal sorunlar sonucu ortaya çıktıklarına da değinmiştir. Fakat bunların da yanında konuyla, toplumsallıkla çok ilgisi olmayan meselelerden de bahsetmiştir.
Dinlerin içerikleri, birtakım özellikleri vs. Yine böyle uzun uzun değindiği bir diğer konu da Yunanlılık üzerine. İslamiyet’i anlatırken de aynı şeyi yapmış olduğunu görüyoruz. Hepsini ayrı ayrı örneklemek çok da doğru olmaz belki ama genele baktığımızda bunu sıkça yapmış olduğunu fark edebiliriz.
Bunlar dışında, yukarıda değindiğimiz sorulara verdiği cevaplara bakalım; Sezer, eserinde dinin bir tanımına yer vermişse de kendisi de bu tanımın çok da yerinde bir tanım olmadığının farkındadır. Yani dinin genel bir tanımı yapılamaz çünkü birçok farklı içeriğe, amaca sahip dinler vardır ve tek bir tanımla bütün dinlerin tanımının yapılması oldukça güçtür: “Din, manevi bir birlik meydana getiren topluluğun kutsal şeylerle ilgili inanma ve tapınmalarından doğan dayanışmalı bir sistemdir.” Kitabın başlarında geçen, Eğribel ve Özcan’ın yazdığı bölümde dinin kendi açıklamasını kendi içinde taşıdığının söylenmesi de aslında dinlerin genel bir tanımının olamayacağını gösteren bir diğer ayrıntıdır. Her din farklı olduğu, farklı içeriklere ve farklı öğretilere sahip olduğu için her birini ayrı ayrı açıklamanın çok daha kolay olduğunu söyleyebiliriz.
Sezer, bunun yanında dinin, toplumların kendini anlama ve anlatma aracı olduğunu söylemiş ve bunu kitapta defalarca tekrar etmiştir. Aynı cümleye kitabında sıkça yer vermesi, okuyucuya zaman zaman “Bu kadar tekrara gerek var mıydı?” dedirtebilir niteliktedir. Sezer, toplumlar arasındaki farklılaşmanın gelişiminin izlenmesinin, dinlerin geçirdiği evreleri anlamamıza yardımcı olacağını; bunun dışında din olayının açıklanmasının oldukça güç olduğunu söylemiştir.
Sezer’in dini ‘toplumların kendini anlama ve anlatma aracı’ olarak tanıttığını söylemiştik. Onun dışında, dinlerin neden, hangi olaylar sonucu ortaya çıktığını da anlatmıştır. Örnek verecek olursak, Budizm’den bahsedebiliriz: “Budizm, Brahmanizm’e karşıt olarak ortaya çıkmıştır. Brahmanizm’in önem verdiği bir sistem olan kast sistemi, bazı halkları -yerleşik tarım uygarlığında yer edinememiş ve bu uygarlığın peşi sıra sürüklenen halk- kast dışında bırakmış, dolayısıyla da Brahmanizm onları bünyesinden atmaya çalışmıştır. Budizm ise bu halkın isteklerini dile getirmek üzere ortaya çıkmış, “Tanrı yolu herkese açıktır,” diyerek ilerlemiştir.
Fakat bu halk, içinde bulundukları durumdan kurtulabilmek için olumlu bir çözüm yolunun tohumlarını hiçbir zaman kendisinde taşımamıştır.” Kitapta geçen bu cümlelere bakarak şunu diyebiliriz ki; demek ki din hangi sorun üzerine çıkarsa çıksın, kesinlikle o soruna çözüm olmuştur, diyemeyiz. Hatta öyle ki bir zaman sonra Hıristiyanlık geçirdiği gelişmeler sonucu Doğu’nun istek ve çıkarlarına cevap verir bir din olmaktan çıkmıştır. Bunun sonucunda ise birtakım yeni koşullar ortaya çıkmış; daha sonra ise Doğu, kendisini Müslümanlıkla yeniden tanımlamıştır. Aynı zamanda Sezer, kitabın yetmiş sekizinci sayfasında bazı peygamberlerin inanç birliğiyle değil, yaşayan toplumun günlük işlerinin yürütülmesiyle yükümlü olduklarını söylemiştir: Hz. İsa, Hz. İbrahim ve Yahudilik tarihinde aralıksız birbirini izleyen peygamberler zincirini ise bu cümlesine örnek olarak vermiştir.
Bu da bize dinin yanında peygamberlerin de sadece tek bir şey için var olmadıklarını göstermektedir. Fakat Sezer, Hz. İsa’yı bu grubun içine katarak ne kadar doğru yapmıştır, bu da elbette sorgulanabilir. Çünkü Hıristiyanlık için Hz. İsa öncü bir peygamberdir; öyle ki teslis inancı1, Mesih beklentisi2 ve genel Hıristiyanlık öğretisiyle bile aslında Hıristiyan toplumu içinde bir inanç birliği sağlamış olduğunu görüyoruz.
Sezer’in bazı konulara başlamadan önce konu üzerinde nasıl ilerleyeceğinin bir yol haritasını çizmesi yani birtakım sorular belirtip konuyu o sorular üzerinden anlatması hem anlatımı hem de anlamayı kolaylaştırmıştır, diyebiliriz. Örnek verecek olursak İslamiyet’i anlatmaya başlamadan, bölümün girişinde şunları demiştir: İslamiyet konusuna ayrıntılarıyla el atmadan önce üç soruya karşılık aramamız gerekecektir. “İslamiyet’in doğuşunu hazırlayan koşullar nelerdir?
İslamiyet, uygarlık tarihi kadar eski Doğu-Batı çatışmasına yenilik olarak hangi unsurları kattı? Dünya egemenliğinden ne anlıyoruz ve bu egemenliğin temelleri nelerdi?” Baykan Sezer, öncelikli olarak bu sorulara cevap vermiş, konu üzerinden bu şekilde ilerlemiştir. Fakat bu düzen içindeyken bir sorun daha göze batıyor ki, o da kimi cümlelerini gelecek zaman ekiyle, kimi cümlelerini ise geçmiş zaman ekiyle kurmasıdır. Bu da anlam akışını bozmaktadır. Kitap genel olarak geçmiş zamandan bahsettiği için geçmiş zaman ekiyle devam edip, bütünlüğü o şekilde sağlaması gerekirdi.