Sadece Kırklareli’nin değil, dünyanın asıl sorunu, kendi sorunlarıyla başa çıkmayı öğrenememesi. Dünya 4.5 milyar yıl önce oluşmuştur. Bizler homosapiensler olarak yaklaşık 200 bin yıldır evrende varız. Uygarlık tarihi boyunca insan sahip olduğu akıl gücü ile etkileşimde olduğu çevreyi etkilemiştir. Bu etkileşim sonucunda çözülmeler ve değişimler meydana gelmiştir. Toplum temelinde iki temel çelişki vardır. Bu çelişkiler ; insan insan ve insan doğa çelişkileridir. İnsan yaratıldığı andan itibaren doğayı denetim altına almaya çalışmıştır.
İnsanın var olduğu 200 bin yıl ve bu 200 bin yıla dünyanın var oluşu da eklenince kuraklık, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi alçalması, ısıma soğuma dengesinin değişmesi yüzyıllardır görülmektedir. Bahsedilenler aslında bir iklim değişikliğidir. İklim değişikliği hep vardır fakat günümüzdeki daha öncekilere göre farklıdır. Farklı olmasının sebebi günümüzde olan iklim değişikliği insan temelli yani antropojeniktir.
Sanayi Devriminin başlamasıyla birlikte iklim değişikliğinin, çevre sorunlarının arttığı görülmektedir. Bu temelde bakıldığı zaman insan özellikle alet kullanma beceresine sahip olduktan sonra, ateşi bulması, yerleşik hayata geçmesiyle birlikte çevreyi kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda kömür, petrol, doğalgaz kullanımı sera etkisini arttırmıştır. Sera etkisinin artmasıyla birlikte atmosferde karbon, metan gibi zararlı gazlar açığa çıkmaktadır.
Karbon ve diğer zararlı gazlar okyanuslar ve ormanlar tarafından emilerek etkileri azaltılmaktadır. Fakat sıcaklıkların artması, buzulların erimesi, ormanların yanması tekrar bir sera gazı ortaya çıkarmakta ve bu durum döngüsel bir süreç halini almaktadır. Bu noktada çevre sorunlarına giden yolun temeli bu süreçte atılmaktadır.
Genel olarak bakıldığı zaman insan etkinlikleri su, toprak, hava ve diğer ekolojik kaynaklar üzerinde baskı yaratarak bu kaynakların kirlenmesinden öte artık tükenmesine yol açmaktadır. Bu anlamda bakıldığı zaman çevre sorunları toplumsal nitelikli bir olgudur.
İnsanlık modern dünya temelinde ilerlerken çevre sorunları ile ilgili olarak BM’de 1972 yılında İnsan Ve Çevre Konferansında ilk imzalar atılıyor. Daha sonrasında 1997 yılında kyoto protokolü imzalanıyor. Amaç karbon salınımı engellemek ve bununla birlikte atmosferde karbon salınım oranını 1.5 oranında tutabilmek amaçlanmaktadır. Fakat uzmanlar en iyi önlemler alınsa bile karbon salınımının 2 dereceyi göreceğini ve hatta geçeceği yönünde görüş bildirmektedirler. Türkiye Kyoto Protokolünü imzalayan ülkeler arasındadır.
Fakat TBMM’de Kyoto Protokolü onaylanmamıştır. Yemen, İran, Irak, Sudan gibi ülkelerde Kyoto Protokolünde yer almaktadırlar. Bir diğer önemli anlaşma ise 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması. Türkiye bu anlaşmayı imzalayan ülkeler arasında fakat TBMM’de imzalandıktan çok sonra onaylanmıştır. Amaç küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının azaltılmasıdır. 2050 yılında ‘karbon nötr’ denilen amaca ulaşmak hedeflenmektedir. Bu anlaşma dahilinde Türkiye üzerinden verilere bakıldığı zaman; Türkiye 2017 yılına oranla 2030 yılına kadar yüzde 14’e varan bir oranla karbonu azaltabilir. Bu anlamda Türkiye iklim eylemi planında oldukça büyük bir öneme sahiptir.
Uzmanlar dünya genelinde nüfusun bu oranda artmasının hem şimdiki kuşaklar için hem de gelecek kuşaklar için risk barındırdığı yönünde fikir sunmaktadırlar. Sağlık alanındaki ilerlemeler, ölüm oranlarının azalması, yaşamda kalma süresinin uzaması nüfus artışını etkileyen önemli faktörler arasındadır. OECD raporuna göre Türkiye en yüksek artış gösteren ülkeler arasında yer almaktadır. BM’nin araştırmalarına göre ise 2025 yılında Türkiye nüfusunun 95 milyon olacağıdır. Nüfus artışının bu denli fazla olması Malthus’un teorisini akla getirmektedir. Malthus, nüfusun geometrik artışının aritmetik hızla çoğalan besin kaynaklarının yeterli olmayacağı fikrini ileri sürmektedir. Malthus’un teorisi bu noktada eleştirilse de koronavirüsün ortaya çıktığı ilk zamanlarda oldukça fazla ele alınan bir yaklaşımdır.
Kentler antik çağdan itibaren her zaman cazibe merkezleri olmuşlardır. Fakat özellikle sanayi devriminden sonra hızlı ve düzensiz ilerlemiştir. Çarpık, sağlıksız, dengesiz bir kentleşmeden bahsedilebilmektedir. Bu anlamda kentlerin sürdürülebilirlik nitelikleri bozulmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma projeleri uygulanmaktadır. Fakat sürdürülebilir kalkınma için öne sürülen fikirler artan kapitalizm ve küreselleşme ile birlikte maksimum kar için sürdürülebilir bir kalkınma olarak değerlendirilmektedir. Amaç çevreye zarar vermeden ekonomik büyüme ya da çevre koruma, geri dönüşüm gibi durumlar kapitalizmle birlikte anlamlarını değiştirmiştir.
Özellikle sanayi devriminden sonra kar amaçlı bir sanayileşme yolu izlenmiştir. Bu durum çevre ve insan sağlığını etkilemektedir. Verimli tarım topraklarının sanayileşmeye açılması, yeşil alanlarının daralması gibi olumsuz durumlar söz konusudur.