Sosyal politika aslında vatandaşlık hakkına dayalı bir kavram. Kırklareli gibi bir yerin sosyal politika kavramı üzerinde gelişim gösteriyor olması da aslında buradaki vatandaşlık haklarının kişilerde büyük bir yer kaplamasıyla alakalı.
Bugün kullandığımız anlamda sosyal politika, büyük ölçüde 20 yüzyılın bir olgusu ve özünde demokratik gelişmelere, toplum üyesinin "vatandaşlık" hakkına dayalı bir olgu.
Bu nedenle 20. yüzyılın sonunda bile, henüz demokrasinin ve vatandaşlık haklarının gelişmediği dünyanın birçok bölgesinde toplumsal sorunlara yönelik kapsayıcı ve anlamlı sosyal politikaların uygulanmasını beklemek zor; demokrasiden söz etmenin zor olması gibi…
18. ve 19. yüzyılda Avrupa'nın gelişmenin arkasındaki cehreyi yansıtmaktadır. Bu nedenle 19.yüzyılın ikinci yarısı birçok anlamda emek ve sermaye arasındaki çalışmalarının da yaygınlaştığı bir yüzyıldır.
Bu çatışmayı yoğunlukla yaşayan Batı Avrupa ülkelerinde, en azından bu çatışmayı azaltmak ve işçileri çalışma yaşamındaki hastalık, is kazası gibi yaygın tehlikelere karşı korumak üzere ve çoğunlukla gönüllü olan sigorta uygulamalarının gündeme gelmesi bu nedenle zorunlu olmuştur.
Bu tür uygulamaların zaman içinde kalıcı hale gelmesi ve yaygınlaşmışıyla da sosyal sigorta kavramı ortaya çıkmakta, ona bağlı olarak devlete ilişkin bir sosyal politikadan söz edilmeye başlanmaktadır.
Sosyal politika kavramı ilk kez Almanya da kullanılan bir kavram.
Amacı da endüstrileşme ve kentleşmeyle ortaya çıkan iş kazası, hasta hakları, işsizlik, yaşlılık gibi sorunlara karşı işçileri korumak ve onlar için baz önlemleri hayata geçirmek.
Dolayısıyla dar anlamda sosyal politika, işçi sınıfına ve onun çok temel sorunlarına yönelik dar kapsamlı, sınırlı amaçlı bir politikadır.
Bu biçimiyle de ilk önce emek ve sermaye arasındaki çelişkilerin ve eşitsizliğin iyice su yüzüne çıktığı endüstrileşen toplumlara özgü bir politika olarak karşımıza çıkmakta ve temel amacı da yükselen emek-sermaye çatışmasını azaltmak olmaktadır.
Bu dönem, endüstri sektöründe yoğun olarak çalışan emekçi için hiçbir yasal ve kurumsal korumanın söz konusu olmadığı bir dönemdir.
Siyasal haklar da yalnızca ayrıcalıklı kişilere tanınmış olduğundan, geniş kitleler için ne demokrasiden ne de devletin-korumasından söz etmek mümkündür.
Devlet büyük ölçüde ekonomik ve siyasal açıdan güçlenmiş burjuvazinin emrindedir, burjuvazi de ekonomiye müdahale edilmesini istemediği gibi, ekonomik işleyişin yol açtığı eşitsizlikleri de doğal, hatta gerekli görmektedir.
Sonuç olarak, bir yandan endüstrileşen, kentleşen ve proleterleşen toplumlarda toplumsal çatışmanın büyümesi de kaçınılmaz olmaktadır.
İşte, hem endüstrileşmeyi ve kapitalist sermaye birikimini sürdürmek isteyen hem de büyüyen öfke ve çatışmayı yatıştırmak gereğini duyan devletler için, en azından işçilerin şikâyetlerinden bazılarının giderilmesi ve çalışma yaşamından-kaynaklanan risklere karşı bazı güvenceler sağlanması en akılcı yol olarak görünmüştür diyebiliriz.
Böylece, öncelikle iş kazası ve hastalıklara karşı getirilen sigortalı uygulamaların, yaşlılık, işsizlik gibi konularda gündeme gelmiş ve çalışma yaşamında işverenin insafına terk edilen işçiler için az da olsa bir koruma ve güvence sistemini oluşturmuştur.
Kuşkusuz bu önlemler işçi sınıfındaki öfkenin yatışmasında az veya çok rol oynamıştır, ancak işçi hareketini gerçekten daha farklı ve ılımlı bir mücadeleye götüren genel oy hakkının kazanılması olmuştur ve bu yolda gelişmeler sağlandıkça işçi sınıfı, parlamenter düzen içinde ve demokratik haklar çerçevesinde kendi konumunu iyileştirebileceğini savunan siyasal görüşlere meyletmiştir.