Son zamanlarda yazdığım köşe yazılarını incelerken sık sık Kırklareli’deki sosyal sınıfların varlığı hakkında bahsettiğimi fark ettim. Evet, Kırklareli’de sosyal sınıflar arasında belli belirsiz bir ayrım olduğu doğru.

Ama bunların nasıl ortaya çıktığını biliyor musunuz?

Sosyal tabakalaşma ya da sosyal sınıf, Amerikan sosyolojisinde ortaya çıkmıştır. Amerikan Sosyolojisine sosyal tabakalaşma temasını dahil eden ilk kişi ilgin bir şekilde, İlahiyat fakültesinden Robert Lynd’tir.

Saha araştırmaları, o günlerin en geçerli araştırmaları haline gelmiştir. George Gallup, başkanlık seçimi için, seçim öncesi yoklamalara başlamıştır ve araştırma birimi seçmenlerin kararlarını etkileyen etkenleri incelemeye başlamıştır.

1940 ve 1950’lerde saha araştırmaları, araştırma türleri içerisindeki en önemli araştırma türü olmuş ve siyasal tavırlardan dinsel inançlara, okul başarısından sosyal değişime ve cinsel tutumlara kadar pek çok alanda uygulanmıştır.

Güvenilir verilerin elde edilmesinde ve inceleme yöntemlerinde büyük gelişmeler kaydedilmiştir. 1960’larda nerdeyse köklü üniversitelerin tamamına yakını, pek çok araştırmacı, programcı, yorumcu ve istatistikçinin görev yaptığı kendi bilgisayar merkezine sahip olmuştur.

Araştırma, geniş ölçekli bir girişim haline gelmiş ve sosyologlar, araştırmaların maliyetini karşılamak amacıyla hükümetten veya vakıflardan destek almak konusunda uzmanlaşmak zorunda kalmışlardır.

Bu gelişmelerin sosyoloji açısından olumlu tarafı, zor elde edilen bilgilere ulaşmanın kolay hale gelmiş olmasıdır. Sosyologlar sosyal başarı ve sosyal sapma konularında toplumsal koşulların etkileri ile ilgili araştırma sonuçlarını ortaya koyunca geçerliğini en fazla kaybedenler arasında eski davranışsal ırk teorileri yer almıştır.

190’lu yıllarda, zeka aralıklarının siyahlar ve beyazlar arasında benzer olduğunu kanıtlamıştır. Bunun yanı sıra sosyal koşulların, yoksun ortamlarda yaşayan insanların IQ puanlarını etkilediği ispat edilmiştir.

Biyolojik-Evrimsel model bu gelişmeler sonucunda adeta yıkılmıştır. Veri toplama tekniği, her ne kadar uzun bir süre Amerikan sosyolojisinde göz ardı edilse de Marx ve Weber’in özellikle sosyal davranışa etki eden tabakalaşma konusuna vurgu yapan sosyolojik yaklaşımlarını büyük ölçüde desteklemiştir.

Herhangi bir kasıt olmaksızın araştırmacılar sosyal sınıfın her alanda siyasal tercihlerden dinsel inançlara, evlilik ve çocuk yetiştirme kalıplarına medyayı takip etme, yaşam biçimi ve sapma biçimleri gibi pek çok alanda, davranışa etki eden en önemli etken olduğunu keşfetmişlerdir.

Sadece en önemli etken olarak değil, aynı zamanda tabakalaşmanın da pek çok bakımdan bütün davranışlar üzerindeki etkisini de kanıtlamıştır.

Amerikan sosyolojisi sadece bu teorileri düzenlemek suretiyle ilerlememiştir tabii ki. Bu süre zarfında bir teori oluşturma ile ilgili ciddi bir çaba da ortaya çıkmıştır.

Sosyologlar toplumu temsil eden güvenilir bir örneklem oluşturma becerisini katılımcıların ön yargılarını içermeyen sorular sormayı ve uygun istatistiksel testlerin sadece tesadüf sonucu oluşmadığını göstermeye yarayan uygulamaları öğrendikçe, veri toplama yöntemleri aşamalı olarak daha da gelişmiştir.

En iyi saha araştırmacıları, çok değişkenli analiz olarak bilinen bir yöntem geliştirmiştir mesela.

Bu yöntem davranışı etkileyen çok sayıda etkenin olduğunu göz önünde bulundurur ve her bir etkenin diğerleri ile ilişkisinin nasıl kontrol edileceğini ve böylece değerlendirilmesinin nasıl yapılacağını gösterir.

Fakat genel olarak bu yaklaşım gereğinden fazla, kendi teknik sorunları üzerine odaklanmaya ve genel bir açıklayıcı teori inşa etmek amacıyla kendi verilerini kullanmayı unutmaya eğilim göstermiştir.

Teknik eğilim, kendi içerisinde bir amaç olarak kalmamış aynı zamanda saha araştırmacılarını da empirik olanı sadece sayısal veri niteliği taşıyan bir anlam olarak kabul etme noktasına gelerek sayıları birer fetiş haline getirmeye başlamıştır.

Mutlak bir gereklilik olarak ele alındığında bu özellik, olayların gerçek anlamda yaşandığı, eylemlerin ve çatışmaların çoğunun gözden kaçtığı, araştırmayı sıkıca yapılandırılmış bir boşluk içerisine hapsetmiştir.

Aynı türden bir sınırlama, 1940’lardan itibaren gelişmeye başlayan deneysel sosyal psikoloji araştırmalarında da görülebilir. Bu yaklaşımlardaki kurucu öğe, pek çok meslektaşı gibi 1930’larda Amerika’da sürgünde bulunan Alman psikolog Lewin’dir.

Bu araştırma grupların bireysel uyum algısını nasıl etkilediği ve grupların sorunları nasıl çözdüğü ile ilgili sorunlar hakkında etkileyici kanıtlar ortaya koymuştur.

Her ne kadar belirli konular üzerindeki kümülatif deneylerin uzun kuralları olsa da söz konusu araştırma sosyolojideki başlıca teoriler ile çok az etkili olmuştur.

Deneysel sosyal psikoloji sosyolojiye çok yakın bir çizgi üzerindedir ve psikoloji, davranışçı bir ilham vurgusu ile uyumlu yöntemsel saflıktan hareketle diğerlerini dışlayan davranışçı sade bir psikolojik perspektiften ibaret değildir.

Küçük gruplar üzerindeki deneysel bir çalışma her şeye rağmen sosyolojik teoriye önemli bir katkı sağlayan dikkate değer derecede bir bilgi birikimini ortaya çıkarır.