Kırklareli gibi yerlerde tarımsal faaliyetler ve kent izdüşümü birbiriyle etkileşim halinde. Şehrin tarımla ilişkisi tümüyle kopuk olmamıştır. Bir yandan pazar yeri ve tipik kentsel ticaret merkezi olarak görev görürken, besin ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü tarım yoluyla karşılayan —hatta satmak için besin üreten— geniş bir kentli tabakanın orada ikamet etmesi nedeniyle, ortalama şehirden keskin bir şekilde ayrılan “yarı-kırsal kentler” vardı— hâlâ da var.
Genel olarak şehir büyüdükçe, kent sakinlerinin kendilerine yetecek bir mera ve orman parçasını köydeki tarzda kontrol imkânına da sahip olmaksızın besin ihtiyaçlarını karşıladıkları arazi parçasını elden çıkarmaları da o kadar güçleşir. Ortaçağ’daki en büyük Alman şehri olan Cologne, en başından beri Allmende den (halk tabakası) yoksundu. Oysa Allmende o zamanki köylerin hiçbirinde eksik değildi. Kıta Avrupası’nın diğer bölgelerindeki ortaçağ kentleri ise kendi sakinleri için en azından önemli büyüklükte mera ve ormanlar tahsis ettiler.
Kentlilerin kullanabileceği geniş arazi parçalarının varlığı, güneyde ya da Antik dönemde daha çok göze çarpmaktadır. Bugün tipik “kentli”yi haklı olarak kendi besin ihtiyacını kendi toprağından karşılamayan bir insan olarak düşünsek de, tipik antik şehirlerin çoğunda esas itibariyle bunun tersi bir durum söz konusuydu. Ortaçağdaki durumun aksine antik kentlinin en genel geçer özelliği, kendisini besleyen ve kanunen kendisine ait olan bir toprak parçasına, bir kleros ya da fundus A (İsrail’de: chelek) sahip olmasıydı. Antik dönemin tam kentlisi, yarı-köylüydü. Ortaçağ’da, Antik dönemde olduğu gibi, tarımsal mülkiyet tüccar tabakanın elindeydi. Bu, Avrupa’nın kuzeyinden çok, güneyinde sıkça rastlanan bir durumdu.
Hem ortaçağ hem antik şehir devletlerinde zaman zaman oldukça fahiş büyüklüğe ulaşan tarımsal mülkiyetler geniş bir tabana dağılmıştı—ya güçlü şehirlerin yöneticilerinin siyasal egemenliğinde ya da yurttaş konumundaki meşhur toprak sahiplerinin mülkiyetindeydi. Chero- nes’in Miltiade üzerindeki egemenliği ya da ortaçağ aristokrat ailelerinin —Cenovalı Grimaldi ailesi gibi— taşra veya denizaşırı bölgelerdeki lordluk toprakları buna bir örnektir. Bölgelerarası konuma sahip malikâneler ve kişi olarak yurttaşların egemenlik hakları, genel bir kural olarak, kentin ekonomik politikasının hedefleri arasında değildi.
Bununla birlikte, zaman zaman karma(şık) durumlar da yaşanmıyor değildi; öyle ki o anki şartlara göre bireylere kent tarafından toprak bahşedildiği de oluyordu. Doğal haliyle bu, yalnızca toprakları kent tarafından güvence altına alman bireylerin en güçlü partrisyenlerden olmaları durumunda ortaya çıkıyordu. Bu tür durumlarda toprak, o topraktan elde edilen İktisadî ve siyasî meyvelere sonradan ortak olacak kent iktidarının dolaylı yardımıyla kazanılmakta ve o sayede elde tutulmaktaydı. Geçmişte durum çoğu kez bu merkezdeydi.
Ticaret ve mübadelenin öznesi olarak şehrin, besinin elde edildiği toprakla ilişkisi “kent ekonomisi”nin bir yönünü oluşturur ve “hane ekonomisi” ile “ulusal ekonomi” arasında özel bir “ekonomik aşama”yı teşkil eder. Bununla birlikte, kenti bu şekilde düşündüğümüzde, siyasî-iktisadi boyutlar kavramsal olarak saf ekonomik niteliklerle kaynaşır ve tek bütün şeklinde tasavvur edilirler. Tüccar ve gezgin satıcının bir arada yaşayıp gündelik ihtiyaçlarını düzenli olarak pazarda karşılamaları “şehir” kavramının muhtevasını bütünüyle doldurmaz.
Yalnızca tarımsal ihtiyaçların, kapalı yerleşim birimleri dâhilinde karşılandığı ve tarımsal üretimin tarıma dayanmayan kazançla ilişkisinin olduğu ve pazarların varlığının ya da yokluğunun farklılık yarattığı yerde, ticaret veya küçük pazar-kasabalarından bahsedebiliriz, fakat şehirlerden değil. Demek oluyor ki, önceki bölümlerde incelenen olgularda ekonomik yönü olmayan gizli boyutlar vardı. “Şehir” kavramını ekonomik olmayan etmenleri de içerecek şekilde genişletmenin zamanı geldi.
Şehir bir konutlar topluluğunun yanı sıra kendi arazi mülkiyeti ve bir gelir-gider bütçesiyle İktisadî bir birliğe sahiptir. Böyle bir İktisadi birlik, niceliksel farklıklar ne kadar büyük olursa olsun, köyde de ortaya çıkabilir. Dahası, bunun hem İktisadî hem de düzenleyici [kural koyucu] bir birlik olması, en azından geçmişte, yalnızca kente özgü bir durum değildi. Bu türden ekonomik bir birlik politikası oluşturması nedeniyle benzeri düzenlemeler köyde de vardı. Başkasının arazisine izinsiz girme kısıtlamaları, mera düzenlemeleri, odun ve samanı dışarı çıkarma yasağı ve benzeri denetimler köyün yabancısı değildi.
Geçmişte şehirler yalnızca ortaya çıkan düzenlemelerin türleri bakımından farklılaşıyordu. Özgün olan sadece birlik adına yapılan siyasal ekonomik düzenlemenin hedefleri ve bu hedeflerin öngördüğü karakteristik önlemlerin alanıydı.