Kırklareli’de son zamanlarda sanayi giderek artıyor. Sanayinin artışı aynı zamanda başka şeyleri de etkiliyor. Hayatımızı biçimlendiriyor, birbirimize bakış açımızda bir farklılık yaratıyor. "Sanayileşmekte olan" toplumlardaki ekonomik ve sosyal değişimlerin, özellikle de yeni ortaya çıkan yaşam ve kimlik tarzlarının incelenmesinde, "modern ve geleneksel" ayrımının temel çerçeve olarak alınmasıyla ilgili derin kavramsal rahatsızlık son zamanlarda literatürde sık sık ifade bulmaktadır.
Bu kutuplaşmanın sadece modernliğin değişik anlamlarının, farklılığın ve karmaşıklığın önemli kaynaklarını göz ardı etmekle kalmadığı, modernliğin değişen çehresini tanımayı da başaramadığı öne sürülmüştür.
Türkiye'nin modernleşme süreci konusunda çalışanlar da Türkiye'deki modernlik projesini ciddi biçimde sorgulamaya başlamış ve geleneksel ile modern arasındaki ayrımın düzenleyici bir varsayım olarak değil yoğun araştırmaya tabi tutulacak bir konu olarak ele alınmasını önermişlerdir.
Bu uzmanlar "Türkiye bağlamında 'modern'in özgül yanları" üzerinde çalışma arzusundadırlar. Modernlik ne şekillerde anlaşılıyor ve yaşanıyor bunu anlamak için çabaladılar.
Seçkin sınıfın yönlendirdiği modernlik olgularının hangi unsurları toplumun "geleneksel" addedilen kesimleri tarafından kabul görüyor, yeniden oluşturuluyor ya da değiştiriliyor; bu, yaşamın hangi alanlarında ve nasıl oluyor?
Modern ile geleneksel arasındaki gerilim, iki güç arasında kaldığı düşünülenlerin günlük hayat akışlarında ve davranışlarında somut olarak nasıl ifade buluyor?
Bu sorular sosyal bilimcilerin söylemlerinde ve araştırma gündemlerinde ancak son zamanlarda etki yaratmaya başladı.
Bir yanda feminist teorinin-toplumsal düzenin ve kültürel değişimin temel unsurları olarak cinsiyet kurguları üzerindeki vurgusuyla birlikte gelişmesinin, diğer yanda ise "modernleştirici" ve gelişmeci projelerin düşüşe geçmesinin bu soruları gündeme getirmiş olması tesadüf değil.
Bu önemli sorular egemen Marksist yaklaşımın ve modernleşme düşüncesinin, hukuki, ekonomik, siyasi ve kurumsal alanlardaki değişimlere odaklanan, ancak bu dönüşümlerin kültürel sonuçlarını keşfetmekte yetersiz kalan paradigmalarında büyük ölçüde görmezden geliniyor.
Bu iki bakış açısı aynı zamanda modernliğin eşit olmayan ve çelişkili biçimlerini ve modernlik projesiyle öznellikleri ve sosyal hayatları dönüşüme uğrayacak insanların yaşam dünyalarını" tanımayı da başaramıyor.
Örneğin Kandiyoti "toplumun geleneksel, kırsal ve azgelişmiş yapıdan modern, kentsel, sanayileşmiş ve gelişmiş yapıya, ya da feodal yapıdan kapitalist yapıya doğru ilerlediği inancı, temeldeki karmaşıklıkların geçiş' biçimleti olarak göz ardı edilebileceği anlamına gelmekteydi," diyor.
Artık, giderek daha fazla sayıda araştırmacı, yüzyıl sonunda Türkiye'nin toplumsal düzenini tartışırken, parçalanmayı ve modernlik ve gelenekçilik güçlerinin çok yönlü bileşimini göz önüne almanın kaçınılmazlığını kabul ederek plüralist bir tutum alıyor.
Modernleşmeden kaynaklanan yeni kimlikler ve yaşam tarzları konusunda daha derin araştırmalar yapılmasını istiyorlar.
Bu amaca yönelik olarak, Migdal yakın zamanlarda, "modernleşme projesinin etkilerinin tek başına elitleri ve kurumlarını inceleyerek ya da yalnızca toplumun yoksul ve marjinal gruplarına odaklanarak bulunamayacağını, ikisinin kesiştiği fiziksel ve toplumsal alanlara yoğunlaşmak gerektiğini" öne sürdü. Migdal, cekileşimli sürecin önemine dikkatimizi çekiyor: "Zor olan bunların daha önce dışlanmış gruplar) modernleşme projesiyle karşılaşmasını, bu karşılaşmanın onlarda yarattığı değişiklikleri ve onların projenin kendisini dönüştürmedeki şaşırtıcı becerilerini aydınlatmaktadır.'
Apartmanlar ve orta sınıf evleri sınıflar arası kesişim ve etkileşim için fiziksel ve sosyal bir alan oluşturuyor.
Bu eleştirel öykünün baş aktörleri, Türk toplumunun, kendi farklılıklarını ve dışlanmışlıklarını hizmet ettikleri orta sınıfların fiziksel ve kültürel sınırları içinde yaşıyor olmalarından dolayı en derinden hisseden, kırsal kesimden kente göçmüş olan insanlar.
Kapıcıların ve gündelikçilerin durumu, bu grubun kentli sınıflar ile arasındaki yakın bağ ve kırsal kesimden göç edenlerin çoğunun yaşamakta olduğu gecekondu bölgelerine coğrafi uzaklıkları nedeniyle, katmanlaşma sisteminin ve sınıflar arası ilişkilerin cinsiyetlere ayrılmış kültürel unsurlarının yakından incelenmesi için önemli bir çerçeve sunuyor.
Kapıcıların, gündelikçilerin ve apartman sakinlerinin birbirlerine hiyerarşik bir düzenle bağlı olan dünyalarına ve kent yaşamının alternatif anlamlarına, "marjinal" olmakla birlikte aynı zamanda da orta sınıfın kültürel varlığının ve kimliğinin yaratılıp muhafaza edilmesinde "merkezi" yer tutan kişilerin gözünden bakıyorum.
Bu bölümde, kişilerin "işyeri'ndeki deneyimlerinden kaynaklanan kısıtlanmışlık ile kökleşmiş bir hizmetkârlık damgasıyla yaşama konusunda kendi anlattıkları üzerinde odaklanarak, sınıf eşitsizliği bilinci ve geçmişlerinde köylü olan bu göçmenlerin modernlik ve gelenekçilik olarak algıladıkları şeyleri nasıl tasavvur ettikleri, bunlardan ne anladıkları ve bunları nasıl hayata geçirdikleri irdeleniyor.
Bu süreç sırasında, Türkiye'nin kent yaşamında, kutuplaştırıcı "modern ve geleneksel kategorilerine tam olarak uymayan yeni kültürel farklılık biçimleri yarattıklarını savunuyorum.