Bazı şeyler ilgi çeker değil mi? Bu sıradan ve standart içerisinde yer alır. Mesela Kırklareli’nin bazı mahalleleri, diğer mahallelere göre daha fazla ilgi çeker. Ya da bazı insanlar, diğerlerine göre daha fazla ilgi görür.

İşte bu konunun alamet-i farikası da burada başlıyor. İlgi, insan zihninin bir şeye yönelmesidir. Bu genelde doğal yollarla olur. Oysa bunu zorla yaptığınızda ilginizi çekmesi gereken şey size itici gelmeye başlayabilir.

Çalışmaya başladığımdan beri farklı ortamlara giriyor, farklı insanlarla sohbet ediyorum. Onların benim hakkımda düşünceleri olduğu gibi benim de onlar hakkında düşüncelerim oturuyor zihnimde.

İnsan olabilmek ne kadar zor. Birilerine sürekli yaranmak zorundasınız.

Değil mi?

Hayır, değil.

Ben buyum diyebilmenin, kendin gibi olabilmenin verdiği tat bambaşkadır. Herkesin kendi sınırları, kendi karakteri, kendi doğruları vardır. Hayatımızı bunlarla idame ettiririz. Oysa bir fikri, zikri ya da sınırı olmayan insanlar bizim hayatlarımızı da tüketir.

İlgiden bahsetmiştik…

Bazı insanların ilgi çekmek için yapmayacağı şey yok. O kadar komik ve o kadar korkunç geliyor ki bu durum bana, kendimi ister istemez geriye çekiyorum.

Bazı insanlar hakkında yanlış düşünürüz zaman zaman. Ben hayatım boyunca -annemin bana öğrettiği gibi- bir sorun yaşadığımda sorunun muhatabıyla konuşarak çözmeye çalışırım. Bunu henüz ne yazık ki hemen gerçekleştirebildiğim bir şey değil.

Biriyle sorunum hakkında konuşmak için bir hafta kendi içimde prova yaptığım oluyor. Bazı zamanlar sorunumuz bu süreç yüzünden rölantiye giriyor. Yine de sürecin sonunda kendimde konuşma cesaretini buluyorum.

Ne yazık ki hepimiz, herkesin hakkında konuşuyoruz. Tanıdığımız insanlar bir yana, tanımadığımız insanlar hakkında da hoyratça savuruyoruz düşüncelerimizi.

Bunu yaparken bizi durduran bir şey olmuyor.

Dedikodu böyle bir şeydir değil mi? Biri hakkında konuştukça konuşmaya devam etmek istersin. Hele bir de başkaları da senin gibi düşünüyorsa, değme keyfine. Sabahlara kadar konuşmaya devam edersin.

Peki ya sonra?

Kaçımızın arkasından konuştuğumuz kişinin yüzüne sorununu söyleyebilecek cesareti var? Neredeyse hiçbirimizin.

Böyle durumlarda yapılabilecek iki şey var;

Ya dedikodu yapılan ortamdan uzaklaşacağız, ağzımızı açmayacağız ya da dile getirdiğimiz sorunu, muhatabına da anlatacağız. Ve hatta onun olmadığı bir ortamda konuştuğumuzu da anlatarak helallik isteyeceğiz.

Öyle ya insanız, kimi zaman sinirimize kimi zaman kırgınlığımıza yeniliyoruz. Canımızı sıkan konular hakkında konuşuyoruz.

Sonrasını düşünmüyoruz.

Bu aralar büyük bir sıkıntı içerisindeyim. Zaman zaman herkesin yaşadığı gibi -biraz farklı olsa da- kötü bir zaman geçiriyorum.

Ve bu kötü zamanların sık sık tekrarlayacağını, hatta bir sebep olmasa da zihnen böyle olması gerektiğini düşündüğüm için bunun bir rutin haline geleceğini bilerek yaşıyorum. Hayatı boyunca hastaneye gitmesine gerek kalmamış biri olarak, bu teşhisi almak bana kendimi garip hissettirmişti.

Sinirimin, kızgınlığımın sebebini buna bağlamıştım hatta.

Sonra başka sebeplerin de olduğunu fark ettim. Garip bir şekilde kısır bir döngünün içinde hissediyorum kendimi. Bir şeye sinirlenmek- sinirlendiğim için üzülmek- üzüldüğüm için kendime kızmak üçgeninde geçiyor hayatım.

Fakat, sinirlenmeme sebep olan bir şeyler daha var.

Tüm bunların dışında, sinirime dokunan o kadar çok şey var ki, sıradan bir günü bitirebilmek benim için bir savaştan galip çıkmaya benziyor.

İnsanların kendilerini ifade edebilmelerini severim. Açık konuşan insanlar her zaman benim için daha güvenilir gelir. Patavatsızlıktan bahsetmiyorum, açık sözlülük.

Mesela bir sorunum olduğunda genelde dile getirir, çözümüne yönelik yolları ararım. Fakat geçtiğim günlerde yaşadığım bir şey bana bunun böyle olmayabileceğini öğretti.

Açık ve abartısız bir şekilde -hatta belki fazla üstten- belirttiğim bir rahatsızlığım muhatap bulamadı. Oysa bu benim için, kendimi zorlayarak dile getirebildiğim bir yardım çığlığıydı. Benim açık yardım talebime cevap verilmezken, gerçekten ilgiyi çekmek için yapılan bir şeyin peşine koşulduğunu gördüm.

Demek ki bazı insanlar, göz önünde olan, söylenen şeyleri takmak, onlara bakmak istemiyor. Bu da olabilir tabii.

Belki zihnim dağınık olduğu için toparlayamıyorum cümlelerimi ama özetlemem gerekirse;

Başkalarıyla kendini kıyasladığınız sürece, başkalarının başarılarını ya da onların başına gelen güzel olayları kıskandığınız sürece olduğunuz yerde kalmaya mahkumsunuz. Umarım yakında düzelir bu tavrınız. Dünya, size benzeyen insanlarla dolu olduğu kadar sizden nefret eden insanlarla da dolu. Hangisiyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz.

“Yalnızlık etrafımızda insan olmaması değil; bizi anladığını hissettiğimiz insanların yokluğudur. Çektiğimiz ıstırabı kimsenin duymamasıdır. Dünyaya bizim gözlerimiz ve kalbimizle bakan insanların eksikliğidir.”

Unutmayın, insan anlaşılmaya muhtaçtır.