Şu an Kırklareli’de engelli bireylere karşı düzenlenen projeleri hepimiz biliyoruz. Peki Osmanlı’da nasıldı? Öncelikle Osmanlı toplumsal düzeninde engellilik, kişiyi tanımlayan bir sıfattan ibarettir; yoksa insanları diğerlerinden ayrıştıran veya farklılaştıran bir şey değildir. Bu anlamda Osmanlı’da çok sayıda idareci için toplum tarafından “topal, aksak, sağır, kör” gibi lakapların kullanıldığı görülmektedir. İdarecilere toplum tarafından takılan bu sıfatlar, onları aşağılamak için değildir, onları bu “sıfat ile tanımak” içindir.
Bunun yanında pratik anlamda da engellilerin toplumdan dışlanmadıkları anlaşılmaktadır. Bu durum, onların istihdamları noktasında fark edilmektedir. Örneğin Osmanlı’da âmâların bir kısmı Kur’an hafızlığı yapmıştır ve geçimlerini Kur’an ve Mevlid okuyarak temin etmişlerdir; musikî yolu ile de geçim temini edenler olmuştur. Bunların hiçbiri dışlanmadığı gibi, toplum bünyesindeki varlıkları da normal karşılanmıştır.
Daha da ötesinde, âmâların günlük yemek ihtiyaçlarının imaretler vasıtası ile giderildiği de nettir. Osmanlı kuruluş dönemlerindeki İzmit İmarethanesi (1336), İznik Hacı Hamza İmarethanesi (1345), Nilüfer Hatun İmarethanesi (1389), Yakup Çelebi İmarethanesi, İbrahim Paşa İmarethanesi; daha sonraki gelişme dönemlerinde kurulan Bursa’daki I. Murat (1336), Yeşil Cami (1419), Muradiye (1426) İmarethaneleri, genelde engellilere özelde sağır ve dilsizlere de katkı sağlamıştır, eğitimlerine yardımcı olmuştur.
Osmanlı’da engellilerin durumu, devlet nazarında da olumludur. Bu olumlu durumu yansıtan örneklerden biri “bîmarhane/darüşşifa” adı verilen kurumlardır. Osmanlı’da engellilerin tedavisi, rehabilitesi ve topluma katılımları için çeşitli yollara başvurulmuştur. Bu bağlamda bazı yerlerde camilerin yanına bîmarhaneler yaptırılmıştır. Buralarda engellilere barınma hizmeti verilmiş; bunun yanında tedavileri ve rehabiliteleri yapılmıştır.
1484-1488 arasında Edirne’de inşa edilen II. Beyazid Bîmarhanesi/Darüşşifası, bunların en tipik örneklerinden biridir (T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, 2009: 5). Edirne’de mimar Hayreddin tarafından inşa edilen II. Beyazıd Darüşşifası, bir eşi dahi bulunmayan abide olarak nitelenmektedir. Osmanlı’da engellilerin devlet nazarındaki olumlu durumunu yansıtan diğer bir örnek, “cüzzamlar” üzerinden anlaşılabilmektedir. Hastalıklarda bulaşıcılık fikrinin uzantısı olarak, Osmanlı’da cüzzamlar için ayrı bir bakım evi-şifahane olması gerektiğine inanılmıştır. Bu inanışın bir göstergesi olarak (Avrupa topraklarındaki) ilk cüzzamhane Sultan II. Murat döneminde Edirne Cüzzamhanesi olarak açılmıştır.
Mesele sadece Edirne ile sınırlı kalmamıştır, İstanbul’da birçok yerde cüzzamlar için bakım evleri ihdas edilmiştir. Ki bunlara “miskinler tekkesi” adı verilmiştir. Bunlardan meşhur biri Yavuz Sultan Selim dönemine denk gelmektedir. Miskinler tekkesi, esasında “sadaka taşları” adı verilen bir uygulamanın bir kolu olarak sadece cüzzam hastalığı nedeniyle toplumsal engeli olan kişiler için devreye sokulmuştur. Mısır Seferi dönüşünde bazı askerlere cüzzam hastalığı bulaşmıştır. Miskinler tekkesi de bunların tedavisi ve topluma entegresi için kurulmuştur. Cüzzamlıların incinmemesi (dışlanmaması) için “miskinler”, toplumla entegre olmaları için de o dönemin en çok sevilen ve rağbet edilen yerler oldukları için “tekke” tabirleri bir araya getirilmiştir. Böylece cüzzam hastaları için bir nevi sosyal rehabilitasyon ve tedavi merkezi oluşturulmuştur.
Fakat miskinler tekkesinde kalanların her türlü ihtiyaçlarının ve bakımlarının devlet tarafından karşılanmasından dolayı, cüzzam hastalığı olmayan bazı kimselerin de kendilerini hastaymış gibi göstermeye çalıştıkları, ancak gerekli müeyyidelerle muhatap oldukları bilinmektedir.
Osmanlı’da engellilerin devlet nazarındaki olumlu durumlarının göstergesi olarak belki de en ileri seviye, Osmanlı Hanedan Sarayı’ndaki engellilerin varlığıdır. Bu kapsamda özellikle Saray’da padişahın en yakınındaki kişilerin dilsizlerden oluştuğu bilinmektedir. Bu kişiler, “Osmanlı işaret dili” olarak tanımlanan bir iletişim metodu kullanmışlardır.
Saray’da çok iyi geliştirilmiş bu Osmanlı işaret dili, doğuştan dilsiz olan bir nesilden diğer nesile aktarılmıştır ve Saray’daki sultan da dahil olmak üzere birçok erkek ve kadın bu işaret dili ile iletişim kurabilmiştir. Öyle ki, 1500-1700 yılları arasında Saray’da mahkemelerde hizmet etmeleri amacıyla bir sağırlar topluluğu bulundurulmuştur.