Yıllar içerisinde her şey modernleşir. Buna örnek isterseniz şehirler, kıyafetler, insanlar ve hatta eğitim bile diyebiliriz. Kırklareli’de her geçen modernleşmeden payını almıştır. Bugünkü köşemde eğitimin modernleşmesine değindim. Yeniden Oluşumcuların eğitime yüklediği değişimci anlam 1950’li yıllarda revaç bulan modernist yaklaşımda devam etmiştir. Bu yıllarda üçüncü dünya ülkeleri sömürgeden bağımsızlaşmış ve Batı hegemonyasının yeni gücü ABD liderliğindeki yeni dünya düzeninde yer almak için “modernleşme” politikalarını hayata geçirme yoluna gitmişlerdir. Modernleşme düşüncesi ABD’li düşünürler tarafından geliştirilmiş ve üçüncü dünya ülkelerinin eğitim yoluyla kalkınma politikalarına yol gösterici olmuştur. Modernleşme Talcott Parsons’ın “yapısal farklılaşma” dediği değişime gönderme yapar. Buna göre modernleşme pek çok yolla başlatılabilir, yine de en muhtemel olanı teknolojik gelişme ve toplumsal değerlerin değişimidir.
Modernleşme kuramının en önemli temsilcilerinden Alex Inkeles (1974) aynı zamanda “geri kalmış” ülkelerde bireysel modernleşme için eğitimin özel rolünü de vurgulayan isimdir. Kitle iletişim araçlarıyla temas ya da fabrika benzeri modern üretim birimlerinde çalışmak gibi diğer modernleştirici unsurlarla karşılaştırıldığında eğitimin güçlü bir toplumsallaştırma aracı olarak daha kuvvetli bir modernleştirici etken olduğunun altını çizmiştir.
Inkeles’e göre bu durum eğitimin bir bireyin modernlik düzeyini belirlemede temel bir faktör olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu bulgu, bize modernleşme kuramcılarının okulu toplumdan bağımsız modernleştirici ve dönüştürücü bir unsur olarak görme sebeplerini açıklamaktadır.
Diğer taraftan eğitim ile modernleşme arasında doğrudan ilişki olduğu görülmesine rağmen okullu olmanın başka toplumsal unsurlarla da bağlantısının olması Inkeles’in bulgusunu sorgulamamızı gerektirebilir. Inkeles bu noktada kırsal bölgeye oranla kentsel alanda, düşük gelirli aileye oranla yüksek gelirli ailelerde, yine kendileri de eğitimli olan ailelerde ya da yüksek beceri gerektiren işler yapan ailelerde çocuklarını okula gönderme eğiliminin yüksek olduğunun farkındadır.
Zira bu toplumsal unsurların kendileri de modernlik belirtisi olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden Inkeles, sadece fabrika işçilerinin eğitim ve modernlik bağlarına baktı ve eğitimin yakından bağlantılı olduğu önemli değişkenlerden, özellikle de kitle iletişim araçlarının etkisi açısından bulguları kontrol ettiğinde eğitim ve modernlik arasındaki ilişkinin azaldığını gördü. Bununla birlikte toplumsak köken, meslek, kitle iletişim araçlarına maruz kalma gibi diğer toplumsal unsurlarla karşılaştırıldığında eğitim ile modernlik arasında tek başına oldukça güçlü ve bağımsız bir ilişkinin olduğunu bulguladı.
Eğitimin toplumsal değişime etkisini ekonomik kalkınmayla ilişkili olarak ele alan ekonomistler 1960’lı yıllarda, ülkelerin temel eğitime yaptıkları yatırım ile ekonomik büyümeleri arasında doğrudan bir ilişki buldular. 1960’lı yıllarda eser veren Theodore Schultz42 ve Eduard F. Denison43 20. yüzyılın ilk yarısında ABD’nin artan gelirinin %20’sinin eğitim alanında yaşanan gelişmeyle ilişkili olduğunu gösterdiler. Yine Çin’de 1950-1970 arasında okuryazarlık oranı %40 artarken kişi başına düşen gelirde %2-4 ve Hindistan’da okuryazarlık %15 artarken kişi başına düşen gelir %1-1,5 oranında artmıştı. Bu durum eğitim oranında artışın ekonomik büyümeye etkisini gösteriyordu.
Schultz ve Denison’ın çalışmaları eğitilmiş bireylerin ekonomiye etkisine yoğunlaştığı için insan sermayesi kuramı olarak anıldı. Buna göre, a) “eğitilmiş insan daha üretkendir, b) daha üretken birey daha çok kazanır, c) dolayısıyla, daha üretken ve daha çok kazanan bireylerden oluşan bir toplum daha hızlı kalkınır” (Şimşek, 2012: 66). Eğitim ile ekonomi arasında kurulan bu sebep-sonuç ilişkisi okulun diğer toplumsal unsurlardan bağımsız olarak toplumsal değişmeye olan etkisini göstermektedir.
Ancak bugünün ekonomik üretim koşulları ve eğitim kurumları dikkate alındığında bu tezin geçerliliği sorgulanabilir. Zira okuryazarlığı içeren temel eğitim geçen yüzyılın sanayileşme hamlesinde gerekli ve üretimi artırıcı bir etken olmuş olsa da günümüz ekonomik üretim koşulları çok daha karmaşık hale gelmiştir.
Bugün daha geniş toplumsal gruplar tarafından yükseköğrenime erişim sağlanıyor, dünya nüfusunun çok daha fazla bir kesimi eğitimli ve okuryazarlık yaygın toplumsal sorun olmaktan çıktı. Ancak yeni iş örgütlenme biçimlerinde eğitim ile teknik üretim arasındaki denge değişmeye başladı. Ayrıca üçüncü dünya ülkelerinde eğitim ile kalkınma arasındaki ilişkinin uluslararası siyasetin etkisiyle çok boyutlu olduğu da not edilmelidir. Ülkemizde de bu bağlamda halk eğitimi mi, aydınların eğitimi mi tartışması kalkınmanın nasıl gerçekleşeceğine yöneliktir.
Eğitimin toplumsal değişim meydana getirmeyeceği ve kendisinin toplumsal değişimin sonucu olduğu görüşünü savunanlara göre eğitim kurumları toplumdan bağımsız düşünülemez. Bu sebeple de toplumdaki istikrar ya da değişim diğer toplumsal alanları etkilediği gibi eğitimi de etkiler. Toplumda meydana gelen siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin her biri eğitim alanına da yansır ve burada çeşitli etkiler ortaya çıkarır. İşlevselci ve çatışmacı yaklaşımlar eğitime tutucu bir işlev yüklerler ve onu değişimin sonucu olarak görürler.