Beş senedir Kırklareli’de yaşıyorum. Kendi toprağımdan biraz uzaktayım.
Oysa bu kadar fark edeceğini hiç düşünmemiştim.
Geçen gün, memleketten döndükten sonra iş arkadaşlarımla sohbet ettik.
İnsan, bir yeri içindeki insanlar için sever dediler.
Uzun uzun düşündüm bunu.
Soğuk Kırklareli ayazında, balkonda bacaklarımı diğer sandalyeye uzatmış bir şekilde, uzaklara bakarak düşündüm.
Hani o şarkıda geçenler gibi…
“Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?”
Ben genelde çabuk sinirlenen, siniri çabuk soğuyan biriyimdir. Bu yüzden uzun süreli küslüklerim yoktur.
Kırılsam da üzülsem de karşımdakinin en ufak tebessümü benim için yeterli olur.
Ama bazı noktalar var ki, onlardan birine dokunulduğunda buz gibi soğuyorum insanlardan.
Çok yakın bir akrabam vardı.
Hatta akrabadan ziyade benim için bir kardeşti. O kadar çok şey paylaştık ki.
Açlığı, tokluğu, mutsuzluğu, neşeyi, hüznü, kederi… Aklınıza gelebilecek her duyguyu birbirimize pay ettik.
Öyle zor zamanlardan geçtik ki, bu bizim ilişkimizi daha da güçlendirdi.
Ben Kırklareli’deyken o memleketteydi. Her gün arar, nasıl olduğunu sorar, harçlığı yoksa para yollardım. Onun yokluğu, benim yokluğumdu. Onun canının sıkkınlığı, benim yüreğime çökerdi.
Zamanla aramız açıldı. Aslında zamanla da değil.
Onun söylediği tek bir cümle yüzünden.
Herhalde o an duymak istediğim son cümle onun söylediğiydi.
O günden sonra buz kesildim ona. Dolaylı yoldan memleketime de soğuklaştım.
Oysa insan, doğduğu yere sırtını dönerse, insan olmaz artık.
Seni sen yapan şeylerden vazgeçmiş olursun.
Nice şey bıraktım ardımda. Nice sevdiklerim orada, toprağın altında.
Onları bile bıraktım sanırım bir hiç uğruna.
Hiç diyorum çünkü artık eskisi gibi acıtmıyor içimi.
Değişiyorum. Gidince de gitmeyince de değişiyorum.
Cumartesi günü, işten çıktıktan sonra memleketime gitmek için yola çıktım.
Yol boyunca düşündüm.
Kırklareli’de mi daha mutluyum, memleketimde mi?
Hani bazı ikilemler vardır ya, hangisini seçerseniz seçin sizi mutsuz eder cevabı. Benim için de böyle. Oysa iki yerde de mutlu olduğum zamanları dün gibi hatırlıyorum.
Kırklareli’deyken memleketime gitmek için gün saydığım zamanları.
Oradayken, o kalabalık içerisinde kahkahadan gözümün dolduğu zamanları da hatırlıyorum.
Hala, anımsadığım, özlediğim şeyleri barındırıyor aslında.
Mesela döneceğim gün, komşuların hepsi beni on dakika görebilmek için bizim daireye geldi.
Ne kadar basit ve ne kadar mutluluk verici bir şey değil mi?
Birileri tarafından sevildiğini, önemsendiğini bilmek ne kadar güzel bir şey.
Kendime verebildiğim iki günlük arada, çok sevdiğim psikoloji kitaplarına gömüldüm tekrar.
Öyle farklı bilgiler var ki. Okudukça okuyası geliyor insanın.
Mesela, şunu hiç düşünmüş müydünüz?
İnsan sadece kendisine yakın gördüğü kişilere dokunabilirmiş.
Birine temas edebilmek için, fikirlerimizin ayrı doğrultuda gitmesi gerekiyor, onu kendimize yakın görmemiz gerekiyormuş. Bu mecburi durumlar için geçerli değil tabii. İçinde duygunun bulunduğu ilişkiler için geçerli.
Gün içerisinde kimlere dokunduğunuzu düşündünüz mü? Aldığınız tepkilerin ne olduğunu?
Bu bilgileri okuduktan sonra uzun süre düşündüm.
Acaba, beni memleketime bağlayan şey de bana dokunabilen insanlar mı? Sadece fiziki temastan bahsetmiyorum, manevi bir dokunuştan bahsediyorum aynı zamanda.
Kırklareli’de kaç insana hiç düşünmeden dokunabilirim?
Kırklareli’de kaç kişi beni yakın görüp, bana dokunabilir?
Memleketimde bu yüzden mi daha rahatım?
Sorular, soruları açtı.
Dönüş yolunda bile düşündüm bunları. Hala düşünüyorum.
Düşündükçe düşüyor, düştükçe çıkmaz kuyulara hapsediyorum kendimi.