Küçüklüğümden beri dini olgular ile çok yakın biri olmadım. Etrafımdaki kimse böyle değildi.

Kırklareli’ye okumak için gelmiş ve burada yaşamaya başlamış birkaç kişiyle tanışma fırsatım oldu. Farklı kültürler, farklı gelenekler ile büyütülmüşlerdi.

Onlarla sohbet ederken hem maddi hem manevi konuları konuşuyoruz. Din konusunda öğrendiklerimi de sizinle paylaşmak isterim.

Din, Simmel'in en başından beri belirttiği gibi insan ilişkilerini etkiler ve onları bir arada tutarak bağlayıcı etki yaratarak aynı dine bağlı insanları da bir çatı altında birleştirir. Bir araya gelen insanlar "Dini Telkin" ile kendilerini "bireylerin toplamının, sadece onların sayısından ibaret olmadığına" , bundan daha fazlası olduğu gerçeğine inandırır. Bir araya gelen bireyler böylelikle sadece insani olmayan, insan ve doğa üstü bazı mental güçler geliştirir. Bu güç ile birbirine bağlı olan toplumlar içinde yer alan kişi bazen, kendini bulunduğu topluma ait hissetmeme ve bağımsızlık güdüsü arasında kalıp kendi ile çatışma durumu içerisine girebilir.

Marx dini üst yapı ilişkileri ile birlikte açıklar ve ona göre din, insanların yarattığı ve gerçek dünyanın yansımasından başka bir şey değildir. Marx'ın teorisine göre ise dinin içeriği Simmel'in tasavvuruna kıyasla farklılıklar gösterir. Marx' a göre dinin içeriği; onu oluşturan şey değil sosyal sınıf ilişkilerine dayanıp gerçeği yansıtırken öte yandan da sınıfların kendi çıkarlarını gizlemeye amacı güttüren yanıltıcı bir şeydir.

Weber'in bahsettiği din içeriğine göre ise; dini sistemler insan değerleri ve tarihsel süreçlerin bir sonucu olarak oluşur. Weber, bir yandan da "fikirler maddi çıkarları doğrudan ifade eder" diyerek ideolojilerin sosyal değişimleri etkileyen durumları yarattığını da belirtmek ister. Weber'in dine olan bakış açısı Simmel'e göre farklılıklar içerir. Onun din sosyolojisi sınıf ve statü ilişkilerine dayandığından ötürü Marx'ın din fikirleri ile benzeşir,

Durkheim'ın düşüncesine göre ise dinin bütün biçimleri totalde aynıdır ve tüm dini olgular, inanç ve ayinler olarak kendi içinde sınıflandırılır. Burada Durkheim'ın bahsettiği, dini ayinlerin belli eylemleri meydana getirmesi ile Simmel'in bahsettiği, insanların bir araya gelerek dini telkinlerde bulunması eylemi çeşitli benzerlikleri içerir. Bu benzerlik ayinler gibi dini telkinlerin de insanların kendileri dışında başka bir güce inandırmak gibi güçlü bir etkisi vardır.

Simmel ve Durkheim'ın din sosyolojisi konusundaki benzerliklerinden daha önce bahsetmiştik. Bunlara ek olarak ikisine göre de din, insanların birbiri ile sosyal ilişkiler kurmasıyla ortaya çıkar ve birey ilahi olan ile kurduğu etkileşimi kolektiviteye aktarır. Fakat Weber'e göre insanlar dini kendi yaşam kalıplarını meşrulaştırmak için kullanır. Weber'in bu yaklaşımı Marx'a benzer. Çünkü Marx'a göre din ise; üst yapılarca şekillenip etkilenir. Yani "din,üretim biçimindeki değişimlere genellikle uyum sağlayan üst yapının sadece bir görünümüdür." Böylelikle Simmel ve Marx'ı birbirinden farklı iki kutup olarak ele alırsak Durkheim Simmel'e, Weber ise Marx'a daha yakın bir konumdadır.

Simmel'e göre din, insan ilişkilerinin temelini oluşturur ve bu sebepten dolayı her zaman da varlığını sorunsuzca sürdürmeye devam edecektir. Aynı Şekilde Durkheim için de din toplumun var olması için en önemli önkoşuldur. Marx'a göre ise din, yanlış bir hakikati oluşturur. Bununla bağlantılı olarak dine karşı gerçekleştirilen mücadele dolaylı yoldan da olsa yanlış hakikate karşı da gösterilen bir mücadeledir.