Kırklareli’de zaman zaman bazı sohbetlere katılıyorum. Genellikle sosyoloji tabanlı olan bu sohbet konuları benim için de yeni pencereler oluşturuyor. Bugün bu sebeple size Marksist kuramı anlatacağım. Weber, literatüre kazandırdığı “statü” kavramıyla beraber, bireylerin içlerinde yer aldıkları üretim döngüsünün yanı sıra, yaşadıkları ortamdaki davranışları, “hayat tarzı” ve tüketim alışkanlıklarını da toplumsal açıdan işgal edilen konuma etkisini tartışmanın merkezine taşır. Marx’ın ekonomik determinist yaklaşımına yöneltilen eleştiriler arasında, özellikle çatışma kuramları dikkati çeker; zira çatışma kuramcıları Marx’ın çatışma anlayışını Simmelci ve Weberci bir bakışla ele alıp işlevselci açıdan yeniden kurarlar.
Örneğin; yukarıda ele alındığı üzere Dahrendorf, ekonomi temelli gruplaşmanın yarattığı çatışma yerine, otorite ilişkileri üzerine yoğunlaşır ve otoriteyi elinde bulunduran grupların oluşturduğu tabakalardan bahseder ve “çatışan gruplar”ın varlığına dikkat çeker. Dahrendorf’a göre üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğundan çok, meşru kontrol mekanizmasında yer alanların kim oldukları mühimdir. Bu yaklaşıma bağlı olarak, sınıf konusunda, orta sınıf içerisindeki nitelikli gruplar arasındaki otorite ilişkileri önem kazanmaktadır.
Dahrendorf’un sınıf analizindeki otorite ilişkilendirme biçimleri, daha sonra ele alacağımız Erik Olin Wright gibi çağdaş isimlerin sınıfsal konumlar ile otorite arasındaki ilişkiyi kurgulama biçimleri açısından etki bırakıcı olmuştur. Söz konusu otorite ilişkileri, temel olarak post endüstriyel toplumlarda mühendis, avukat vb. mesleklere sahip vasıflı personelin (staff) çeşitlenmesi, otorite kullanımının karmaşıklaşması anlamına gelmektedir. Diğer bir Marksizm eleştirmeni Raimond Aron’un bu çerçevedeki yorumu ise, Marx’ın yaklaşımındaki kapitalist toplumun sınırlılığına yöneliktir. Mesleklerin, işlerin çeşitlenmesi ve orta katmanlar arasında hiyerarşinin ortaya çıkması, orta sınıfların üstsınıftan (kapitalistler) da, alt sınıflardan da (işçi sınıfı) ayrıştığı noktaların söz konusu olması Aron’un Marksist sınıf teorisine yönelttiği temel eleştirilerdir.
Dahrendorf ve Aron gibi, endüstriyel toplumdan post-endüstriyel topluma geçişi analiz etme uğraşındaki marksist Andre Gorz, sanayi toplumunun yerini hizmet toplumunun aldığı iddiasını ilk gündeme getiren isimlerden biridir. Geleneksel çalışma koşullarının, iş ve mesleklerin önemlerini kaybettiğini belirten Gorz, belirsiz süre çeşitli mesleklerde çalışma hâline dikkat çeker ve sınıf kavramının yok olmasa da, yeni koşullar içerisinde önemini yitirdiğini iddia eder. Bu yaklaşımıyla marksizmin yorumcularından çok, Jan Pakulski gibi yeni dönem sınıf analistlerine benzediği söylenebilir.
Bu eleştiriler eşliğinde Marksist literatürde sınıf konusundaki tartışmalar 1970’li yıllarda yoğunlaşmıştır. Edward P. Thompson, Erik Olin Wright, Nicos Poulantzas, Harry Braverman, Guglielmo Carchedi gibi isimler tartışmaların yürütücüleri olarak ilk aşamada dikkat çekerler. Braverman kapitalizmin evrelerinin karşılaştırmasını yapıp tekelci kapitalizmin sınıf yapısına etkisini çalışmalarının merkezine alırken, Poulantzas kendisi gibi yapısalcı marksist olan isimlerle birlikte kapitalist devletin sınıfla ilişkisini tartışır, Carchedi’nin çalışmaları odağında ise sınıfların dönüşümü, proleterleşmenin ne olduğu ve neye yol açtığı yer almaktadır. Yukarıdaki isimler arasında farklı bir yerde duran Wright’ın özel önemi ise, marksizmin yöntemini tartışarak sınıf analizine yaklaşma çabasıdır. 1970’lerde sosyal bilim tartışmalarında yaygınlık gösteren Weberyen yaklaşımlar ve tabakalaşma kuramlarının karşısında duran Marksist yöntemi, epistemolojik açıdan eleştirerek dönüştüren Wright, Marksizmin kavramlarını Weberci bir tutumla, makro yerine mikro ölçekte ele almayı denemiştir. Aşağıda bu görüşler detaylı bir biçimde ele alınmaktadır.
Öngen’e ) göre, marksist kuramcılar özne-yapı tartışmalarına bağlı olarak iki ayrı grupta toplanabilirler: Öznelerin etkin rolü olduğunu düşünenler Lenin, Gramsci, Lukacs, Korsch, Thompson gibi isimlerdir. Althusser, Poulantzas, Balibar gibi yapısalcılar ise toplumsal yapının tarihsel süreci şekillendirdiğini iddia etmektedirler. Sınıf teorisi üzerinde de etki gösteren Marksizm içerisindeki bu özne-yapı tartışmaları tarihselcilik ile yapısalcılık arasındaki ilişkiyi belirlemektedir.
Üst ölçekteki tartışmada tarihsel sürecin şekillenmesinde rol oynayan asıl etmenin öznelerin kendisi mi (tarihselci okul) yoksa toplumsal yapı olan mekanizma (yapısalcı okul) mı olduğu konu edilirken; sınıf teorisi özelindeki özne-yapı tartışması, kapitalist toplum yapısının yarattığı sınıflardan bahseden yapısalcıları ve karşılarında insanlar arası ilişkilerin doğurduğu sınıflardan bahseden öznenin etkinliğini kuramsallaştıran isimleri ortaya çıkarır.
Buna bağlı olarak sınıf bilincinin kazanımı için de, insanların ortak değer, tutum, düşünce sistemine sahip olmaları, kültürel gelenekleri arasında bir ortak paydanın yaratılması gerekmektedir. Hatta kendisi sınıf bilinci kavramının yerine, “sınıf deneyimi” kavramından bahsetmektedir. Öznenin yapıya önceliğinin olduğu bu anlayışta, bireylerin deneyimleri sınıf yapısını bizatihi yaratmaktadır