Kırklareli’nin gittikçe küresel bir kente dönüştüğünü daha önce de ifade etmiştik. Peki küresel kentler hakkında neler biliyoruz?
Küresel güçler önemlidir; ancak tamamen yerel kentsel ekonomilerin belirleyicisi değillerdir. Küresel ve yerel kentsel süreçler şehirleri etkiler. Kentleri, küresel, yerel veya ulusalın kavşak alanlarını da dikkate alarak analiz etmek gerekmektedir. Şehirler ancak daha geniş bir kentsel bölgede sadece kentsel yerlerdir.
Günümüzde, dünyadan soyutlanmış, yalnızca bir kente özgü kent sosyolojisinden, kentleri daha geniş kentsel bölgelerin parçaları olarak gören; yeni kent sosyolojisine doğru geçişe gereksinim duyulmaktadır. Dünya kentsel nüfusunun 2030 yılında yaklaşık 5 milyar kişiye ulaşması beklenmektedir. Metropol alanlar sadece gelişmiş ülkeler için değil, gelişmekte olan ülkelerde de görülebilir bir gerçekliktir. Shanghai, Buenos Aires, Mexico City, Delhi, İstanbul ilk elde akla gelen örneklerdir.
Bu mega kentler (10 milyondan fazla nüfuslu) sadece boyutlarıyla değil, aynı zamanda bölgesi üzerinde sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel egemenliğiyle de farklılaşırlar. Bir yandan yenilik merkezleri diğer yandan çevre bölgeler için önemli komuta merkezleri olmuşlardır. Kentsel kuramlar içinde insan ekolojisi yaklaşımı, küresel ölçekte kentleşme deneyimlerine ilişkin bazı yanlış anlamaları barındırmaktadır. Bu yaklaşıma göre, ilerlemeci bakış açısıyla gelişmekte olan ülkelerin zaman içinde gelişmişlik seviyesine onları ulaştıracak olan modernleşme yolunu takip edeceklerini baştan kabul edilmektedir.
Daha önce de değinildiği üzere, sosyo-mekânsal perspektif kentsel analizde devletlerin rolünü, sosyo-ekonomik sınıfları ve küresel sermayenin rolünü vurgulamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımlar, kentleşme süreçlerinin daha iyi anlaşılması için kritik öneme sahiptir. Gelişmekte olan ülkelerde kentleşmenin sosyo- mekânsal yaklaşımı, küresel ağlara önem verir ancak nüfus artışının belirli deneyimleri değişimin daha iyi anlaşılması açısından önemlidir.
Kentsel nüfus, küresel ölçekte en yüksek hızda artar ve özellikle mega kentler, göçmenleri çeker. Bu çok sayıda nüfus akışı, gecekondu mahallelerinde (shantytowns) yansımasını bulur. Mega-kentlerde gözlenen bu durum, enformel konut ve konut sorunuyla başa çıkma stratejileri yoluyla destekleme ekonomisi olarak tanımlanabilir. Özellikle düşük gelirli göçmenler için uygun fiyatlı konutların sağlanamadığı durumlarda, kent yönetiminin de bu sorunu çözmeye istekli olmadığı gözlenmektedir. Örneğin Türkiye’de gecekondular, en basit tanımıyla kentlerin çeperlerinde devletin sahip olduğu araziyi sahiplenen yasadışı konutlar olarak tanımlanmaktaydı. Zaman içinde gecekondu bölgeleri kamu hizmetlerine (ulaşım, yol, su, elektrik gibi) kavuşurken gecekonducular da yasal hak ve kazançlara kavuştular. Gecekondularda yaşayan sakinlerin farklı özellikleri vardır.
Gecekondunun sahibi ya da kiracısı olabilirler ancak topraklarını işgal yoluyla elde eden gecekonducular arasından bir grup, zaman içinde spekülatör işgalcilere dönüşebilirler. Gecekondu yerleşimlerinin sadece işçi banliyöleri olarak görülmemesi gerektiği önerilmiştir.
Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kent nüfusunun çoğunluğu bu gibi gecekondu mahallerinde yaşamaktadırlar. Ancak kentsel yoksulluk da artmaktadır. Genellikle ihmal edilen bir konu da, gelişmekte olan dünyadaki kentleşme süreçlerinin siyasi mücadelenin sıklıkla yaşandığı yerler olmasıdır. Hatta kentsel toplumsal hareketlerin küresel ekonomi ile bağlantılı olduğunu iddia edebiliriz.
Küresel yatırımlar gelişmekte olan ülkelerde işçi sınıfını etkiler; gelişen ve gelişmiş ülkeleri birleştiren karşılaştırmalı bir bakış, küresel ölçekte kentleşme süreçlerini anlamak için çok önemlidir. Kentsel toplumsal hareketlere dair açıklamalar, yeni toplumsal hareketler çerçevesinde kimlik, yaşam kalitesi ve yurttaşlık, yurttaş sorumluluğu üzerine yoğunlaşmıştır.
Manuel Castells’in ilk çalışmalarından olan Kentsel Sorun yurttaşlığı sınıfla birlikte tartışması açısından önemlidir. Castells’in çalışmalarında, taban hareketi olarak kentsel sosyal hareketler farklı grupların, sınıfların birlikteliklerini de göz önüne alır.
Sınıfın önemi ilk çalışmalarında klasik anlamda daha açık olsa da sınıfların kesiştiği emek ve sermaye dışında çatışmanın ikinci yüzü olan kolektif tüketim üzerinden açıklamalar getirdiği çalışmasında bu mahallelerdeki çatışma ve direniş hakkında bize yol gösterici olabilir. Ülkemizde bu konu hakkında yapılan çalışmalar özellikle kentsel dönüşüm uygulamaları sonucunda giderek artmıştır.