Din, toplum arasındaki ilişkiyi de değerlendirir. Kırklareli halkı için de bunun böyle olduğunu kabul edebiliriz. Din ile toplum arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırma ve giderek bütün bu gerçekliği anlama ve açıklama istenciyle biçimlenen disiplin olma çabası, başlangıçta yaygın bir inançla genel sosyolojinin bir parçası olarak kabul edilse de gerçekte, dikkat edildiğinde hem sosyolojinin hem de din sosyolojisinin tarihsel temellerinin aynı paradigmalar içinde ortaya çıktığı, hatta benzer sorunlar etrafındaki yaklaşımlarıyla birbirlerinden farklılaştıkları gözden kaçmayacaktır. Din sosyolojisi, her şeyden önce din ile toplum arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerden doğan yapı ve unsurları olgusal temelde açıklamaya çalışan özgün bir güzergâh üretme çabası içinde olmuştur.
Din sosyolojisinin kuruluşunda içkin olan bu temaya dikkat edilmeden ya da bu disiplin yardımıyla gerçekleştirilen din araştırmalarının gerçekte var olan laik tavrını hesaba katmadan, bütün bu çözümlemelerin son tahlilde neye tekabül ettiğini anlamak zordur. Din sosyolojisinin bugün artık bağımsız bir disiplin olarak şekillenmesini sağlayan süreçler, özellikle dinin, evrimci-ilerlemeci bir değerler dizisi içinde ele alınmasıyla ve kökleri Batı aydınlanmasının din karşıtı söylemleriyle buluşan belli başlı formlarla bağlantılıdır. Evrimciilerlemeci bir şematik yapı içinde tanımlanan dinin, sosyolojik düşünceye tahvili hiç kuşkusuz sorunlu olmuştur. Dini ve toplumu gerçekte neyseler o şeklinde ele almak yerine, onu sonuçta arkaik dünyanın kendisinden bir türlü kurtulunamayan kalıtımsal bir mirası olarak reddeden bu gelenek, din karşıtı söylemlere sosyal bilimsel destek sunmakta esaslı roller üstlenmiştir. Sosyolojinin kurucu isimlerinden Comte’un Üç Hal Yasası’ndan Durkheim’ın ilkel/iptidai dinler analizine kadar bütün bu kurucu tasavvurların köklerinde Aydınlanmacı gelenekten süzülen ekstrem bir din algısı yatmaktadır.
Darwin’in evrimci nazariyesiyle sosyal bilimlere aktarılan ilerlemeci toplum analizleri de sonuçta din gerçeğini bir olgu-olay ekseni içinde açıklamakla yetinilecek yeni bir yöntem arayışında belirleyici olmuştur. Din sosyolojisini bugün bağımsız bir disiplin olarak görmemize ve değerlendirmemize imkân veren gelişmeler, daha çok dinin, Batı toplumunda gelişen koşullar ekseninde yeniden tanımlanmasına duyulan ihtiyaçlardan beslenmiştir. Rönesans ve Aydınlanma süreçlerinin ardından görece cesur sayılabilecek bir eleştiri-politik, dinin geleneksel söylem ve sunumlarını yeni bir paradigma içinde okumaya yönelmiştir.
Geleneğin kurucu bileşenleri arasında yer alan din ve ondan doğan kurumsal-toplumsal yapılar ve söylemler, sonuçta onu, yeni zamanların ruhuna uygun bir dille ele alma konusundaki belli başlı perspektifleri harekete geçirmiştir. Dini gündelik hayatın merkezî bir ögesi olarak gören ve değerlendirmelerini bu bağlamda yapan teolojik argümanların toplumsal meşruiyeti zayıfladıkça, mevcut birikim ve gerçekliği yeni bir analize hatta tanımlamaya tabi tutmanın şartları da oluşmaya başlamıştır.
Din sosyolojisinin Türkiye’nin sosyal bilim tarihi içindeki yeri oldukça yenidir ve onun kendini açıkça ayrıştırmayı başarmış çerçevesi, modernleşme-din ilişkilerinin seyriyle birlikte ancak netleşmeye başlamıştır. Dinin toplumsal bağlamdaki konumunu, toplumdan hareketle çözümleme çabası içinde olan din sosyolojisinin, gelişimini sürdürebilmesi için her şeyden önce yeterli bir dinamizme ve tatminkâr bir perspektife sahip olması gerekir.
Bu da hiç kuşkusuz ele alınan konuların toplumsal gerçeklikle buluşmasını, gündelik hayatta esaslı bir karşılığa sahip olmasını ve nihayet, kendine özgü bir dil ve söylemi harekete geçirebilecek kadar özgün ve çekici olmasını gerektirmektedir. Bu gereksinimlerden hareket edildiğinde Türkiye ölçeğinde din sosyolojisi çalışmalarının hâlâ emekleme aşamasında olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır.
Din sosyolojisi, bugünkü anlamıyla gerçek sınırlarına Batılı modern tasavvur dünyası içinde ulaşmıştır. Bu anlamıyla o, Batı kökenli bir bilim dalı olarak evren ve toplum telakkisini farklı bir paradigmadan beslenerek sürdürmektedir. Bu bağlamda sosyolojinin de din sosyolojisinin de tarihi, bütünüyle Batı’nın kendi özgül muhayyilesinin bir parçasıdır ve Batı dışı toplumlarda genelde yapılan da söz konusu disiplinlerin yerel renklerle ilişkilendirilmesinden ibarettir. Din sosyolojisinden söz ettiğimizde gerçekte vurguladığımız şey nedir? Din ve toplumdan, aralarındaki karşılıklı ilişkilerden her söz edişimiz, alana ilişkin bir zenginlik ya da katkı olarak değerlendirilebilir mi? Kuşkusuz hayır. Sağlam bir temellendirmeye ihtiyaç duymadan, din sosyolojisini, Batı’nın inanç, değer ve dünya algılarının dışında değerlendirme çabası, gerçekliği örtbas etme riski taşıdığından dolayı açıkça sorunludur.
Din sosyolojisine Batı dışı bilimsel ve entelektüel geleneklerden birer temel bulma çabası, özgün bir bilim dalı olma iddiasındaki din sosyolojisinin köklerini besleyen kritik tartışmaları göz ardı etmek zorunda bırakmaktadır. Din-toplum ilişkilerinin, tarihin akışını değiştirecek düzeydeki formları, başka hiçbir gelenekte Batı’da olduğu kadar sert ve hızlı bir dönüşüme imkân vermemiştir. Bu hareketlilik, söz konusu olanın nasıl açıklanacağı ya da anlaşılması gerektiği konusunda bugün oldukça zengin bir akademik üretime yol açmıştır