Kırklareli’de göçmen haberlerini oldukça sık duyuyoruz. Aslında sadece Türkiye’ye değil, Türkiye’den de göç vardır. 1960'lı Yıllara kadar Türkiye'den yurtdışına yapılan göçlerin ağırlıklı olarak gayrimüslimlerin göçleri olduğu bilinmektedir. Bu göçlerin, ekonomik nedenlerden ziyade siyasi ve kültürel nedenlerden kaynaklanan göçler olduğu söylenebilir. 1923-1960 yılları arası dönemde, binlerce gayrimüslimin bazen bireysel olarak, bazen de küçük gruplar halinde Türkiye’den ayrılmıştır. 1935 yılında Yunanca konuşan 10 bin Türk vatandaşı Türkiye’den göç etmiştir. Ayrıca, 1940'lı yılların başında çıkarılan Varlık Vergisi gayrimüslimlerin göçlerini hızlandırmıştır. Öte yandan, İsrail Devleti'nin kuruluşundan sonra 1948 ve 1952 yılları arasında yaklaşık 35 bin Musevi Türkiye'den İsrail'e göç etmiştir.

1942-43 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları, 1964 Kıbrıs’taki çatışmalar gibi nedenlerle Rumların nüfusunda çok hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Nüfus mübadelesi sonrasında 1925’te 100 bine düşen İstanbul’daki Rum Nüfus, 1955’te 80 bine, 1960’ta 65 bine, 1965’te 48 bine düşmüştür. 2006 yılı rakamlarına göre ise İstanbul’da yaşayan Rum sayısı yaklaşık 2 bin 500 kişi olarak tahmin edilirken, Rum cemaatinin tahminlerine göre 2015 sonrasında bu sayının bin 500’e kadar düştüğü ifade edilmektedir.

Türkiye’den yurtdışına göçler açısından Almanya ile ilk işgücü anlaşmasının imzalandığı 1961 yılının önemli bir dönüm noktası olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Bu tarihten sonra Türkiye, birçok Batı Avrupa ülkesi ile ikili anlaşmalar imzalayarak, Avrupa’daki işgücü açığını kapatan önemli bir kaynak ülke olmuştur. Uzun süren II. Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupa’nın yeniden inşası için çok fazla sayıda ucuz işgücü ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Bu ihtiyaç da Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerine ilk işgücü göçünü başlatmıştır. Önce İngiltere ve Fransa’ya, 1950’lerden sonra ise Almanya’ya kitlesel bir işgücü göçü başlamıştır. Avrupa’nın bu merkez ülkeleri, önce İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi Avrupa’nın çevre ülkeleri ile iş gücü anlaşmaları imzalamışlardır. Daha sonra ise ihtiyaç duyulan daha fazla işgücünün karşılanması için Fas, Tunus gibi Kuzey Afrika ülkeleri, Türkiye ve Yugoslavya göç anlaşmaları imzalayan ülkeler arasına katılmıştır.

İngiltere ve Fransa eski sömürge ülkelerinden işçi alırken, sömürgesi bulunmayan Almanya ise NATO üyesi Akdeniz ülkeleriyle yaptığı işçi anlaşmalarıyla işçi açığı sorununu aşmaya çalışmıştır. Savaşta büyük oranda genç erkek gücünü kaybeden Almanya, 1955’te İtalya, 1960’ta da İspanya ve Yunanistan ile işgücü anlaşmaları yapmıştır. Doğu Almanya’dan 380 bin, diğer kaybedilen topraklardan göçen 120 bin Alman işgücü açığı sorununu biraz hafifletmiştir. Ancak, 1961 yılında örülen Berlin Duvarı, Batı Almanya’daki işçi sıkıntısını had safhaya ulaştırmıştır.

Almanya başta olmak üzere, Türkiye ile birçok Avrupa ülkesi arasında anlaşmalar imzalanmış ve 1960’lardan başlayarak yurtdışına işgücü göçü başlamıştır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) aracılığı ile 1961’de Federal Almanya, 1964’te Avusturya, Hollanda ve Belçika, 1965’de Fransa ve 1968’de Avustralya ile işgücü anlaşmaları yapılmış ve milyonlarca kişi çalışmak üzere Avrupa ülkelerine gönderilmiştir. Gerek işgücü anlaşmaları, gerekse bireysel göçler ve iltica yolu ile Avrupa’ya giden ve orada hayatını devam ettiren, önemli bir bölümü bulunduğu ülkenin vatandaşlığına geçmiş, 5 milyona yakın Türkiye kökenli kişi bulunmaktadır.

Türkiye’den Avrupa ülkelerine işçi ihraç edilmesi, işgücünü dışarıya gönderen Türkiye açısından hem olumlu, hem de olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Yurtdışında istihdam edilmek üzere işçi gönderen Türkiye, içeride işsizliğin azalması, giden işçilerin her türlü ek maliyetinden kurtulma ve onların ülkeye getirebilecekleri döviz fazlalığı gibi avantajlar sağlamıştır. Ancak ülke içinde bağımlılık oranının artması, kalifiye işçinin yurtdışına çıkması, giden işçilerin hem gittikleri yerde, hem de ileride geri döndükleri zaman ciddi sosyal uyumsuzluklarla karşı karşıya kalacak olmaları gibi dezavantajlarla da karşı karşıya kalmıştır.

Bu dönemde Türkiye’den giden işçiler, diğer Akdeniz ülkelerinden merkez Avrupa ülkelerine gidenlerden farklı bir nitelik taşımaktaydı. Diğer ülke işçileri iki ülke arasındaki karşılıklı işgücü anlamaları ile giderken, Türkiye’den giden sınırlı sayıda işçiler, Almanya’daki işadamlarının ticari ilişkileri üzerinden ismen çağırılarak giden kişiler veya küçük gruplardan oluşmaktaydı.

Türk-Alman Ekonomik İlişkiler Araştırma Enstitüsü gibi bazı özel kuruluşlar, Almanya’daki sanayi tesislerinde çalışmak Türkiye’den işçi temin etmekteydi. Bu işçiler mesleki bilgilerini artırmak üzere stajyer sıfatı ile işe yerleştiriliyorlardı. Almanya ile Türkiye arasında işgücü anlamasının imzalanmasının ardından özel şirketlerin işgücü temin etme faaliyetleri de sonlanmış oldu.