Kırklareli’de de hala var olan gecekondunun aslında sosyolojik bir alt yapısı var. Gecekondunun aslında tam ve evrensel bir tanımı yoktur. Farklı değişkenlere, dışarıdan ve içeriden anlatılara bağlı olarak çeşitli gecekondu tarifleri yapmak mümkündür. Bu tanımlar kimi durumlarda gecekondunun olumlu işlevlerine işaret ederken genellikle olumsuz yargılar ağır basmıştır. Mike Davis "gecekonduyu" karşılamak üzere "Slum" teriminin bilinen ilk yazılı tanımının hırsızlıktan hüküm giymiş yazar James Hardy Vaux'nun 1812'de yayımlanan "Vocabulary of the Flash Language" başlıklı yazısında haraç alıp vermek veya yasadışı ticaret yapmak fiilleriyle eş anlamlı olarak kullanıldığını belirtir. Sokak dilinde kullanılan "Slum", adi şeylerin yapıldığı oda anlamındadır.
Charles Booth bütün gecekondu mahallelerinin ortak özelliğinin viran evler, aşırı kalabalık, hastalık, ahlak düşkünlüğü ve yoksulluğun karışımı olduğu yönünde bir yargıya sahiptir. 19. yüzyılın liberalleri için ise gecekondu mahallesi her şeyden önce yola gelmez, vahşi bir toplumsal "tortu'nun çoğunlukla da isyankârlığın ve çürümüşlüğün yeri olarak tasavvur edilmekteydi.
Ancak gecekondu sürekli değişen, kentin yeni alanlarında giderek daha fazla görünür olan ve her durumda farklı değişkenlerin gözlenebildiği bir olgu olmuştur. Dolayısıyla 19. yüzyıl gecekondu olgusunu (Slum) teorize eden yaklaşımlardan bağımsız olarak özellikle Üçüncü Dünya'daki resmi konut piyasası, yeni konut stokunun ancak yüzde 20'sinden biraz fazlasını karşılamakta olduğundan insanlar zorunlu olarak gecekondu inşa etmekte, enformel olarak kiralanan evlere yerleşmekte, arazi veya kaldırımları gasp etmektedirler. Turner'a göre bir konutun asıl değerinin, sahibinin toplumsal imajına uygunluğu ile değil, yararlılığına göre değerlendirilmesi gerektiği önerisi bir "olumlu yargı" örneği sayılabilir.
Eğer konut insani ihtiyaçsa, insana dair değerler maddi değerlerden önce gelmelidir. Bu düşünceye uygun örgütlenen sosyalist ve otoriter olmayan toplumlarda planlama ile halkın ihtiyaçları arasında bir çatışma olmaz. Çünkü yerleşim, insanların ihtiyaç duyduğu temel unsurları planlama sürecidir. Merkezi planlama kaynakların eşit dağılımı ilkesinden hareket etmeli; özellikle düşük gelirli ülkelerde hükümetler, modern standartlarda yerleşime öncelik vermek yerine, yerel yerleşimin önünü açacak altyapıyı sağlamaya yönelmelidirler. Kıt kaynakların etkin kullanımından hareket eden bu politika, bireyleri, konutlarının yapım sürecine doğrudan katmayı önerir.
Wacquant, sosyolojik bir yaklaşımla "gecekondu", "slum", "banliyö", "getto" gibi kavramları mekânsal ve toplumsal ayrışma bağlamında ele almış; hakim algıya gönderme yaparak bu alanları "şehrin lanetlileri" olarak adlandırmıştır. "Kent marjinalliği" olarak ifade edilen bu durum aynı zamanda kent mekânında bir "mekânsal hiyerarşi"ye işaret eder ve tahmin edilebileceği gibi favela, getto, varoş, hipergetto vb. bu hiyerarşinin en altında yer alır. Wacquant'a göre bu mekânsal ve toplumsal hiyerarşinin oluşmasında devletin izlediği politikaların belirleyici bir rolü vardır. Çünkü "kent mekânı tarihsel ve siyasal bir inşadır". Ancak tabii ki devlet de belirli dinamiklerin sonucu olarak bu yeni politik tercihi öne çıkarır. Burada kapitalizmin kendini yeniden üretme biçimi, ihtiyaç ve araçları belirleyici rol oynar.
Türkiye'de ise hemen tüm araştırmacılar gecekondulaşmayı, sanayileşme ve göç değişkenleri üzerinden tartışmışlardır. Ancak Türkiye'de bundan fazla olarak formel bir gecekondu tanımı yapıldığını da eklememiz gerekir. 1966 yılında çıkarılan "Gecekondu Kanunu"na yöre "gecekondu" deyimi ile imar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalınmaksızın, kendisine ait olmayan arazi veya arsalar üzerinde, sahibinin rızası alınmadan yapıları izinsiz yapılar kastedilmektedir.
Ne var ki Türkiye'de gecekondu yazınının bir diğer ortak özelliği, gecekonduyu ve gecekonduluyu kent ve kentli formunun dışında tarif etmiş olması ve bu nedenle de bir "sorun" olduğunu vurgulamasıdır. Bu yönüyle 19. yüzyıl "slum" algısına benzer bir yaklaşım söz konusudur.
Bir bütün olarak bakıldığında gecekondu olgusu kent içi/dışı sınırlarına hapsedilmeyecek kadar karmaşık toplumsal ve siyasal bir olgudur. Dolayısıyla bazı durumlarda sadece göç ve sanayileşme değişkenlerini de aşan bağlanılan olabileceğini vurgulamak gerekir. Türkiye'de gecekondu olgusu üzerine sosyal bilimciler tarafından yapılan değerlendirmelerde genellikle gecekondunun gelişimi ve buna yönelik müdahaleler üç ana dönem içerisinde ele alınmıştır.
Türkiye'nin ilk gecekonduları Ankara ve İstanbul'da görülür. 1927'de Ankara Şehremaneti Avrupa'ya bir heyet göndererek üç plancıyı getirtir ve çerçevesini belirlediği bir kent planı yapmaları için görevlendirir, Jansen adıyla anılan Ankara kent planının özelliklerinden biri, kentin kuzeybatısında sanayiye yakın, bataklık bir alanın amele mahallesi olarak tasarlanmış olmasıdır. Plana göre sınıfsal yapının mekânsal dağılımı şöyledir: Kuzeyde alt gelir grupları, eski kentte alt/orta, sıhhiye kesimi ve Cebeci'de orta, Bakanlıklar çevresinde üst-orta ve Kavaklıdere/Çankaya ekseninde üst gelir grupları yerleşecektir.