Sadece Kırklareli’de değil, Türkiye ve Dünya genelinde de yaşanan en büyük sorunlardan biri eğitim üzerinedir. Milli eğitim sistemi, örgün eğitim ve yaygın eğitim olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. Örgün eğitim, belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere amaca göre hazırlanmış programlarla okul çatısı altında verilen düzenli eğitimdir.

Yaygın eğitim, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş veya örgün eğitim sisteminin herhangi bir kademesinde bulunan ya da bu kademelerden birinden ayrılmış ilgi ve gereksinim duyduklarını alanda örgün eğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar.

Milli Eğitim Bakanlığı yürüttüğü faaliyetler ve karar alma süreçleri açısından oldukça merkeziyetçi bir görünüm arz eder. MEB’in çok sayıda kurumu sadece mevzuata uygunluk açısından denetlenmesi bile teknik olarak imkansızdır.

Türkiye’deki genel kamu reformu ihtiyacına paralel olarak milli eğitimin örgütlenmesinde de yerelleşmeye gidilmesi ve daha az merkeziyetçi bir yapının esas alınması gerektiği konusunda önemli bir uzlaşı vardır.

Eğitim sisteminin genel amacı stratejik planlaması yönlendirilmesi ve denetimi merkezden yapılmalı bazı yetkiler yerel yönetime devredilmelidir. MEB yetki devrinde tutucudur. Türkiye’nin kendine has hususlarından biri, yükseköğretim idaresine ilişkindir.

Anayasa gereği Türkiye’de yükseköğrenimden MEB değil YÖK sorumludur.

MEB’in yükseköğrenim yönetimi konusunda doğrudan bir yetkisi yoktur. Bölümlerin idaresinin farklı kurumlara bağlı olması eğitim sisteminin işletişinde bazı sorunlar doğurmuştur.

Ortaöğretimden yükseköğretime geçişte kurumsal iş birliği şartı konulmuştur ama yeterince işletilememiştir. Ortak hareket edilmediği için ortaöğretimden yükseköğretime geçişte sistem üzerindeki baskı azaltılamamıştır.

Türkiye’de MEB’in kısa süreli aralıklarla el değiştirmesi ve yeni hükümetlerle birlikte eskisinden farklı eğitim politikaların izlenmesi eğitimde istikrarsızlığı beraberinde getirmiştir.

Kesintisiz sekiz yıllık eğitimle birlikte ülkenin esnaf ve zanaatkarlarının insan kaynağı olan çıraklık müessesesi ciddi darbe almıştır.

1999’da YÖK’ün katsayı kararını uygulamaya koymasıyla birlikte meslek liselilerin alanları dışında yükseköğretim talepleri görmezlikten gelinmiş ve eğitim sistemi esneklikten yoksun ve yatay geçişlere izin vermeyen demir bir kafese dönüşmüştü.

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması hususu devlet politikası haline gelmiştir. Okul öncesi eğitim, örgün eğitimin bir kademesi olarak kabul edilmiş ve mecburi ilköğretim çağına gelmemiş çocukların eğitimi olarak tanımlanmıştır.

Bu eğitim 0-6 yaş grubundaki çocukların bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden gelişmelerini destekleyen onları toplumun kültürel değerleri doğrultusunda yönlendiren ve temel eğitim bütünlüğü içinde ilköğretime hazırlayan eğitim süreci olarak tanımlanmıştır.

Okul öncesi eğitimin amaçları ve ilkeleri çocuğun ilköğretimden başlayarak ileriki eğitim kademelerinde ve hatta yetişkin bir birey olarak kazanması uygun görülen sayısız bilgi beceri ve davranışlar yumağının bu aşamada temellendirilmesi üzerine kurulmuştur.

Sorun, milli eğitim sisteminin öteden beri çok sayıda değişikliğin velilere öğrencilere ve paydaşlara yeterince danışılmadan plansız ve programsız bir şekilde uygulandığı bir alan olmasıdır.

Bu değişiklikler öğrencilerin ve velilerin yaşamlarını önemli ölçüde etkilemektedir ve asıl öznelerini karar verici konumdan uzaklaştırmaktadır.

Milli eğitimdeki birçok problemin temelinde eğitim politikalarının partizanca veyahut ideolojik tavırların sergilendiği bir alan haline dönüştürülmesi yatmaktadır. Son on beş yılda yapılan değişiklikler incelendiğinde eğitime ideolojik nedenlerle yapısal müdahalelerin toplumsal ve pedagojik olarak neden olduğu olumsuz sonuçların ne kadar ciddi boyutta olduğu ortaya konmaktadır.

MEB eğitimde fırsat eşitliği vurgusu yaparak okul öncesi eğitimin amacını elverişsiz şartlarda ve çevrelerde yaşayan çocuklar için ortak bir eğitim ortamı oluşturmak şeklinde tanımlamaktadır.

Bu bağlamda amaçlanan ve farklı nedenlerden dolayı oluşan eşitsizliği okul öncesi düzeyde gidermek ve çocukların eğitim hayatlarına daha eşit düzeyde başlamalarını sağlamaktır.

Her iki yaklaşımda sorunludur. İlk yaklaşım çocuğu o anki haliyle kabul edip o anki ihtiyaçlarına yoğunlaşmak yerine onu gelecekteki toplumsal kalkınmanın ve refahın bir unsuru olarak algılamaktadır.

Türkiye’nin okul öncesi eğitim çalışmalarında eksiklikleri olduğu ve Avrupa Birliği’ne girme sürecinde okul öncesi eğitime katılım oranlarını arttırması gerektiği çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlar tarafından hazırlanan raporlarda dile getirilmiştir.

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla öğretmen ve fiziki altyapı ihtiyacının karşılanacağı eğitim hizmetlerinin çeşitlendirileceği ve toplumsal farkındalık düzeyinin yükseltileceği erken çocukluk ve ebeveyn eğitimlerinin arttırılacağı öngörülmüştür.

Gelişmiş ülkelerde okul öncesi eğitime yapılan yatırımlar kadınların işgücüne katılımı ile doğrudan ilişkilidir. Türkiye’de de çalışan annelerin çok olduğu bölgelerde okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasına ihtiyaç vardır.

Bireyin tüm yaşamı içerisinde en önemli ve en kritik öğrenme dönemi olarak tanımlanan ve eğitimde eşitsizliğin yok edilmesinden ve fırsat eşitliğinin sağlanmasından yana kendisine önemli bir rol atfedilen okul öncesi eğitimin zaten başarılı olarak uygulandığı illerde yaygınlaştırılmaya çalışılması MEB’in bölgeler arası eşitliği saplama hedefi ile çatışmaktadır.