Aile Danışmanlığı seansı boyunca en çok zorluk çektiğim durum aslında duyguların ifade edilemeyişi. Kırklareli’de birkaç kişiyle aile danışmanlığı üzerine seanslar gerçekleştiriyoruz. En büyük sıkıntı insanların kendini ifade edemiyor olması. Oysa insan hissettiklerini anlattığında her şey ne kadar çabuk çözümleniyor.

Belirli duygular, yalnızca belirli gruplar için mi meşrudur? Hangi duygular toplumsal dayanışmada önemli rol oynar? Hangi duygular toplumsal çatışmalara sebep olur? Duygular, sosyal olaylardan nasıl etkilenir? Gibi sorular duygular söz konusu olduğunda akla öncelikli olarak gelen sorular olmamaktadır. Nitekim duygular, genellikle psikolojik, bireysel bir alan olarak görülmektedir.

Duygu, Dinler’e (2014) göre dış itkiler sonucu bedende oluşan fiziksel değişikliklere dair, zihinsel bir haritadır. Bir başka ifadeyle, duygu, herhangi bir durum veya olayın bireyin iç dünyasında meydana getirdiği tepkidir. Bu tanımlardan hareketle duygunun dış dünyadan etkilendiği anlaşılmaktadır. Peki, duygu yalnızca dış dünyadaki olaylar sonucunda mı oluşur? Duyguya dair yaklaşımlar bu konu üzerine fikirler geliştirmiştir.

Duygular öncelikle psikolojik kuramların odak noktası olmuştur. Bu bağlamda, Darwinci yaklaşım, duyguların içsel bir varoluşa sahip olduğunu ve duygulara yönelik fizyolojik tepkilerin (heyecanlandığımızda kalp atışımızın hızlanması) geliştiğini savunurken; davranışçı yaklaşım, duyguların bedende gerçekleşen değişimlere bağlı olarak oluştuğunu savunur. Dolayısıyla davranışçı yaklaşımda duygular, davranıştan sonra gelirken, Darwinci yaklaşımda duygu, herhangi bir tepkiden önce gelişmiştir ve tepkiye yön vermektedir. Psikoloji temelli bir başka yaklaşım ise, kültürel inşacı yaklaşımdır. Bu yaklaşım, esasında duyguların olmadığı, kültürel olarak inşa edildiği görüşüne dayanmaktadır.

Duygu, farklı disiplinler tarafından ele alınabilmektedir. Bu bağlamda duyguların sosyolojik analizlerine bakılacak olduğunda, öncelikle bir tanıma ihtiyaç duyulmaktadır. Duygu sosyolojisi, insan duygularını sosyolojik kuram ve metotlar ile ele alan sosyoloji alt disiplinidir. Duygular sosyolojinin ilk ortaya çıkış yıllarında sosyoloji için bir odak noktası olmadığını söylemek gerekmektedir.

Zira 19.yy’da Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesiyle de birlikte modernleşme noktasında bir ilerleme kaydedilmiş, rasyonel insan, rasyonel düşünce odak noktası olmuş ve sosyolojinin isim babası olarak bilinen Comte’un özellikle vurguladığı pozitivizm ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla o dönemde daha ölçülebilir, hesaplanabilir olana yakınlık ön plandadır, duygu ise soyut bir olgu olarak arka planda kalmıştır. Bununla birlikte 1930’lu yıllarda duyguların odak noktası olmamasındaki bir başka etmen ise duyguların daha bireysel bir alan olup psikoloji disiplininin inceleme alanı olarak görülmesinden kaynaklandığı söylenebilmektedir.

Duygu sosyolojisindeki metodolojik ayrımlara bakıldığında, farklı tasnifler karşımıza çıkmaktadır. Lupton’a göre temelde kalıtsal olarak duygular ve sosyokültürel olarak duygular olmak üzere iki yaklaşım söz konusu iken Scheff, duyguları kültürel ve evrensel olarak ele alanlar ile duygunun dışsal boyutu ve içsel boyutu ile ele alanları sınıflandıran bir metot izlemiştir. Peggy Thoits ise pozitivistler, sosyal inşacılar ve sembolik etkileşimciler şeklinde sınıflandırmaya dayanan bir metot izlemiştir.

Duygulara ilişkin sosyal-inşacı yaklaşımda; duyguların toplumsal olarak üretildiği veya öğrenildiği kabul edilmektedir. Bu üretim sonucunda, duyguların yönetimi, tabakalaşma ve duygular, gibi alanlar karşımıza çıkmaktadır.

Duygulara ilişkin sosyal inşacı perspektif çerçevesinde ele alınabilecek olan tabakalaşma ve duygular konusuna bakıldığında, toplumsal yapı analizleriyle sosyoloji literatürüne önemli katkılar sunan Karl Marx’ın toplumsal yapı analizi ve yabancılaşma kavramı karşımıza çıkmaktadır. Marx, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuva ve üretimi gerçekleştiren proletarya olmak üzere iki temel sınıf ortaya koymaktadır. Buna karşılık bir diğer önemli sosyolog olan Weber düşüncesinde; hiyerarşideki konumu belirleyen etmenler; sınıf, statü ve politik güçtür.

Dolayısıyla Marx’ta yer alan üretim araçlarının belirleyiciliğinin aksine Weber’de beğeniler, yaşam tarzları da hiyerarşide belirleyici rol oynamaktadır. Böylece statü gruplarının önemine dikkat çekilmesiyle toplumsal olarak bir kimlik söz konusu olmaktadır ve tabakalarda ortak değerler, soyut özellikler ön plana çıkmaktadır.

Dolayısıyla duygu sosyolojisinin tabakalar noktasındaki analizleri, Weber’in metodolojisinden beslenmektedir. Bununla birlikte Bourdieu’nün ortaya koymuş olduğu sermaye biçimleri de duyguların analizinde önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bourdieu’nün sosyal, ekonomik ve kültürel sermaye biçimlerinden özellikle kültürel sermaye, bireyin sahip olduğu kültürel değerleri, beğenileri, yaşam biçimini ifade etmekle birlikte duygu analizleri için önemli bir odak noktası olmaktadır. Nitekim sınıfsal ayrımlar üzerinden bakıldığında, alt sınıf ve üst sınıf bireyler arasındaki kültürel sermaye farklı olacaktır ve bununla birlikte, oluşan duygular, duyguların bedensel dışavurumu, farklı sınıflarda farklı şekilde karşımıza çıkacaktır.