Kırklareli’de ne kadar hissedildiği tartışmaya açık olsa da din genel anlamda toplumları etkilemektedir. Farklı kesimler, farklı açılardan etkilenir. Din, toplumsal etki ve tezahürleri bağlamında sosyolojinin ilgi alanına girmektedir. Kişinin çoklukla içsel dünyasında kendine bir karşılık bulan din, tecrübe edilen deruniliğin çeşitliliğine bağlı olarak farklı maneviyat tezahürleriyle toplumda karşılık bulmaktadır. Dinin sadece bireyin iç dünyasında başlayıp orada biten öznel bir gerçeklik olarak tasavvur edilmesi toplumsal boyutlarını ihmal etme riski taşımaktadır.

Dinin hem birey hem de toplum katında yarattığı etki, onu sosyal bilimsel incelemelerin de temel konuları arasına katmaktadır. Modern dünyada dinin özellikle toplumsal hayatta nasıl ve ne ölçüde yer alacağı sorusu sıklıkla tartışılmıştır. 19. yüzyılın din ile açıkça mesafeli sayılabilecek bakış açıları içinde özellikle Pozitivizm, dini, süreç içinde terk edilebilecek bir kalıntı olarak tasvir etmiştir. Pozitivist söylemlerin dar bir ilgiyle sınırlı sayılmaksızın geçtiğimiz yüzyılın politik tasavvurlarına da yön veren etkilere sahip olması, bu süreç içinde dinin gündelik gerçekliğe yansıyan boyutlarının göz ardı edilmesine, küçümsenmesine ve dışlanıp gözden düşürülmesine yol açmıştır. Böylece Aydınlanma’nın kurucu değerlerinin bir sonucu olarak Pozitivizm geçtiğimiz iki yüzyılın tamamında etki yaratacak organize bir din karşıtlığının düşünsel kaynağı olmuştur.

Nihayet bu etki, bilimden siyasete hemen her alanda dine mesafeli durmayı ya da onu gözden çıkarmayı hedefleyen farklı ideolojileri beslemiştir. En iyimser hâliyle bu ideolojilerin kiminde din insanın iç dünyasında yer alan ancak zamanla terk edilmesi umulan bir boş inanç olarak değerlendirilmektedir. Yaygın ve popülist hâliyle ise pozitivist söylem, dinin sosyal gerçekliğinin kısıtlanması yönünde modernliğin en sık rastlanan seküler ataklarına destek sunmaktadır. Dinin bireyin iç dünyasında ürettiği maneviyat, onun uhrevi kaynakla olan irtibatının sonucu olan farklı dindarlık biçimleriyle hayata yansımaktadır. Dindarlığın bireysel ve toplumsal gerçekliklerden bağımsız olarak işlemesi hiçbir zaman söz konusu olmamıştır.

Bununla birlikte sosyo-kültürel gerçekliğin, örneğin özgürleştirici ya da kısıtlayıcı siyasal sistemlerin, dindarlığın görünürlük kazanıp kazanmamasında önemli etkilere sahip olduğu açıktır. Dinin sosyolojik gerçekliği onun görünürlüğüne yansıyan dil, söylem, simge, sembol ve kurumlarla birlikte hayat bulur. Dinin gündelik kullanımındaki yansımaları toplumsal hayatın hemen her alanında kendine bir karşılık bulmakta gecikmez.

Dinden kaynaklanan tutum ve tercihler, dinsel bir gerekliliğin ürünü olarak gerçekleştirilen eylemler ve yine dinsel aidiyetlerle ilişkilendirilen toplumsal yapı ve kurumlar dinin oldukça farklılaşmış üniteler içinde birey ve toplum üzerinden hayata katıldığını göstermektedir. Dinsel ilgi ve yönelimler kişinin ve ondan hareketle de toplumun zihniyet yapısını derinden etkiler. Bu etki zaman zaman yeni bir zihniyet yapılanmasına da öncülük eder.

Değişimin yansımaları hem dil hem de kurumlara yansır. Dile yönelik yansıma, yeni bir dil üretip kurmaya fırsat verse de çoğunlukla bu, var olan bir dilin dönüştürülmesini ifade eder. Bu bağlamın işleyişine dair örneklere başta İslam olmak üzere yaşayan tüm dinlerde rastlamak mümkündür. Müslüman dilinin oluşumu konusunda örneğin; İslam Peygamberi Hz. Muhammed’le başlayan bireysel ve toplumsal değişim alanlarına bakmak yeterlidir.

Onun vahiy eksenli mesajı, gerek Mekke’de gerekse Medine’de gündelik söz akışının üzerine oturduğu yerel dil bağlamlarını önemli ölçüde değiştirip dönüştürmüştür. Kur’an-ı Kerim’in varlığı, geleneksel dil dünyasında yarattığı etkiyle sınırlı kalmamış, genel olarak Müslümanların hayat karşısındaki ilgi ve tercihleri de kayda değer bir farklılaşma yaşamıştır. Nihayet Kur’an-ı Kerim’le birlikte tüm kavramların verili anlam düzeylerine müdahale edilmiş, böylece gündelik dilde kullanılan pek çok sözcük âdeta dinsel bir özellik kazanmıştır. Semantik müdahalelerle şekillenen bu süreçler, eş zamanlı bir şekilde birey ve toplumun din ve dünya algısını da yeniden biçimlendirmeye başlamıştır. Toplamda bütün bu farklılaşmalar yeni bir zihniyet oluşumunun yapılandırıcıları olarak değerlendirilebilirler.

Hiç kuşkusuz bu değişim dille sınırlı değildir. Dinin sosyal gerçekliğe nüfuz eden yapısına bağlı olarak toplumun anlam ve değer dünyalarında da önemli değişiklikler yaşanır. Bir dine bağlı olmak dünyanın bundan böyle o dinin öğrettiklerine tabi olunarak okunmasını ve yine aynı dikkat içinde yeni ve kalıcı bir tutum geliştirilmesini zorunlu kılar. Bu bağlamda dini bütün bir Müslümandan, Hristiyan ya da Museviden söz etmek, tek tek her birinin bu dünyaya hangi temsiller üzerinden baktığını gösterir. Müslüman, Hristiyan ya da Musevi olmak, bir dünya görüşünü izleyerek yaşanılan dünya hakkında bir perspektife, bir tasavvur ve duruşa sahip olmak demektir. Bu durum dinsel bakış açılarıyla yoğrulmuş dil üzerinden gündelik hayatta dolaşıma girer. Böylece dil, sosyal gerçekliğin dinsel duyarlılıklar ekseninde inşa edilmesinde önemli bir araç olarak öne çıkar. Sosyolog din ve toplum arasındaki ilişkilere yoğunlaşırken arka planda yer alan bu bağlamları asla göz ardı etmemek zorundadır.