Bilirsiniz bizim insanımız aklının kestiği her şeyi eleştirebilir. Hatta öyle ki aklın yetmediği zamanlarda bile eleştirilerini sürdürür.
Hani okullarda sık sık üzerinde durulan Karl Marx var ya, işte o da dine büyük eleştiriler getirmiştir. Bugün beraber inceleyelim istiyorum.
On dokuzuncu yüzyıl, her çağ gibi içinde çatışmacı eğilimleri barındırır.
Bir yandan bilim ve teknolojide yaşanan müthiş gelişme, öte yandan yeni bir din ve ahlak meselesi.
Yüzyılın büyük çatışmalarının üstesinden gelinmesi, özellikle de şehre akan köylülerden, mülksüzleşen zanaatkarlardan oluşan tehlikeli sınıfların ılımlaştırılarak düzene entegre edilmesi, pozitivist ve muhafazakâr düşünürlerin kucaklarında bulduğu bir sorun olur.
Düzen ve ilerlemenin birlikte gerçekleştirilmesi için pozitif bilimlerin oynadığı rol sınırlıdır aslında.
Fransız Devrimi’nin yarattığı hızlı değişime ve alt üst oluşa kuşkuyla bakan düşünürler, dinin eski rejimde yerine getirdiği ideolojik işlevin ortadan kalktığını görüyor ve toplumu bir arada tutacak yeni bir ahlakın, seküler bir toplumsal normun gerekliliğine vurgu yapıyorlardı o zamanlar.
Devrim rüzgarından etkilenen ama feodal ilişkilerin ve monarşinin ağırlığını koruduğu Almanya’da ise din konusu siyasi tartışmalarla bambaşka bir ilişkiye giriyor, siyasi eleştiri aslında din yoluyla yapılıyordu.
Felsefeye gönül vermiş Marx’ın düşünceleri Almanya’nın siyasi koşulları etkisi ile biçimlenmiştir. Ancak bu etkilenme, Marx’ın tüm düşünsel yaşamında olduğu gibi sadece belirli bir dönemi kapsamıştır.
Din tartışmaları Hegel’den ve yakın olduğu sol Hegelci çevreden kopmasının bir aracı olur.
Marx, felsefe yoluyla din eleştirisinin zemin hazırladığı keskin eleştirel tutumu daha ileri bir noktaya taşıyarak felsefe ile bağını koparır.
Marx, felsefeyle dinin eleştirisini yönelir. Marx, Berlin Üniversitesi’nde eğitim gördüğü yıllarda, Almanya’da radikal düşünceyi temsil eden aydınlar Fransa’da yaşanan devrimin heyecanını yaşıyor ve yeni kralın siyasi reformları gerçekleştireceğine dair bir umut besliyorlardı.
Almanya’da devrimci umutların yarattığı siyasi riske karşı, büyük toprak sahiplerini memnun edecek şekilde, rejimden şikayetçi olan orta sınıflar üzerindeki baskılar da artar.
Basın, ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğünün olmadığı resmi sansürün şiddetli bir biçimde uygulandığı uzun bir dönem yaşanır.
Bu baskı ortamında, rejime karşı biriken kızgınlık, kendini en iyi bir karşı çıkış felsefesinde dışarıya vurur aslında. Buna da Sol Hegelcilik adı verilebilir.
Ortodoks Hegelcilik, Fransız Devrimi’nin evrensel akla dayalı yeni ideallerine karşıt bir konum sergileyen gelenekselciliği ifade ediyordu.
Buna karşın Hegelciliğin sol kanadını temsil eden gençler, doğal gelişimin ilerlemeci ve ilerici bir yorumunu yapmak istediler ve Hegelci felsefeyi yeni sosyal ve ekonomik değişkenleri anlamak için işler kılmaya çalıştılar.
Politik görüşlerin ifade edilmesi ve yayımlanması yasaklandığından genç hegelciler içinde olduğu muhalefet dolaylı bir yola başvurdu: İlk mücadele alanı Hıristiyan teolojisinde kendini gösterdi.
Bu nedenle on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Almanya’da siyasi tartışmalar ve eleştiriler ile teolojik felsefi tartışmalar birbirinin içine geçti. Siyasal sorun daha sonrasında teolojik bir renge büründü.
Hegelcilerin bu radikal kanadı, Hristiyan teolojisinin eleştirisini başlattı. Teolojiye uygulanan eleştirel yöntem ile yazılan kitap, Hristiyan inancındaki mitsel öğeler ile beslenmiş İsa ile tarihsel bir kişilik olarak İsa’yı birbirinden ayırıyordu. İncel’de geçen İsa’nın yaşamı hakkında anlatıların Hıristiyan inancının temelini oluşturduğunu düşünen Strauss, bunları birer sembol olarak yorumlayan Hegel’in tersine, yoksul halkın isteklerini yansıtan mitler şeklinde ele alıyordu.
İncil’de yer alan isa’nın hayatı ve öğretisi, belli bir gelişim düzeyine ulaşmış kolektif bilincin hayali ürünleridir.
Kutsal Ruh’un yeniden dirilişi ve insan vücudunda cisimleşmesi bireysel olarak gerçekleşmez, insanlığın tümü için bunu düşünmek gerekir. Hegelci kavramlarla ilerleyen Strauss, yine de bunun insanlığın öz- bilincine varmasının ileri bir aşaması olduğunu ekliyordu.
Kitap sadece Ortodoks çevrelerde değil, gençler arasında da etkisi hiç de kısa süreli olmayan bir fırtına yarattı o dönem koşullarında. Bu grubun en etkili temsilcilerinden biri ve Hegel’in öğrencisi olan Bauer, o sıralar öğretim üyesidir. Bauer, din eleştirisine daha sert bir tutum getirir.
Bazı din eleştirilerinin merkezinde yer alan kavram bilinçtir. İnsanın ayırt edici özelliği, kendini sadece bireyselliği içinde algılamakla kalmayıp, bir tür ortak olarak görmesi ve kendi varlığı üzerine düşünebilmesi, kendini bir düşünce nesnesi olarak kurabilmesidir.
Tanrı, insanların kendilerinde bulunan en iyi özellikleri aşkın bir varlığa yansıtmalarının ürünüdür. Kendisi dışındaki bir varlığa kendindeki en üstün nitelikleri yansıtan insan aynı zamanda bu varlığı kendi dışında bir yerde konumlandırır.
Aslında ilahi varlık, insandan başka bir şey değildir. İnsanın gerçekleştirme olanağı bulamadığı kendi kendini aşma arzusunun bir ifadesidir. İnsanın, kendini gerçekleştirmede karşı karşıya kaldığı, kendi sınırlarının dışına taşma isteğidir.