Kırklareli’de dindarlık üzerine pek çok araştırma yapıldı. Son yıllarda dindarlık, üzerinde en çok durulan-konuşulan konular arasında yer almaya başlamıştır. Bunun pek çok sebebinden söz etmek mümkündür. Küresel ölçekte çalışmalar yapan pek çok seküler kuruluş, dindarlık algısı üzerinde olası tüm zorlukları göze almaktan kaçınmamakta, birçok çalışmaya destek olmakta ve fon sağlamaktadır. Ülke ülke, şehir şehir dinselliğin limitleri ölçülmeye çalışılırken, dindarlığın belli başlı veçheleri üzerinde yeni birtakım standartlar belirlenmekte, gelecek üzerinde yeni projeksiyonlar üretilirken dinî hayatın modern göstergeleri de bu takipten payını almaktadır.
Aslında dinsellik de dindarlık da son iki yüzyılın temel problematikleri arasında tutulan bir çatışma alanıdır. Böylece kişi özelinde her zaman olağan bir duruş kabilinden değerlendirilmesi gereken dinî ilgi ve yönelimler (dindarlık) ya da toplumsalın sıradan gerçekliği içinde somutlaşan dinî hayatlar (dinsellik), zaman zaman tehdit, zaman zaman da ürkütücü bir gelişme potansiyeli olarak deşifre edilmektedir. Bugün saplantılı söylemleri besleyen bir korku, özellikle din karşıtı olarak kendilerini konumlandıran çevrelerde karşılık bulmakta zorlanmamaktadır. Dinin ve ona bağlı olarak işleyen göstergelerin, temsil ve söylemlerin, behemehâl hayattan çekileceğine dair beklentiler bugün hepten anlamını yitirmiş ve sonuçta hayalî birer beklentiye dönüşmüş olsa da dinî hayatın nabzını tutma ve onu türlü gerekçelerle sorguya almak adına bilgi sahibi olma arzusu hiç de ortadan kalkmış değildir Öte yandan bu yöndeki mülahazalar da çoklukla din alanında vuzuha ermemiş analizlerden ve kestirme yorumlamalardan kaynaklanmaktadır.
Dinin sosyo-psikolojik gerçekliğini bile gerekli özen içinde ele alıp değerlendirmekten uzak düşen bir heyecan, onu her zaman ilkel bir geçmişin tahliye edilmesi an meselesi bir bakiyesi olarak tasvir etmekten yılmıyor. Bugün sosyal gerçekliği kuşatan ve insan doğasının en iç(ten) seslerini yakalamayı başaran dinin, bunca badireden sonra nasıl olup da yeniden neşvünema bulmayı başarabildiği konusunda modern zihin dünyasına yerleşen pek çok soru artık geçiştirilemiyor. Ne var ki insanın, akıp giden zamanın türlü hengâmeleri içinde sürdürebildiği bireysel yolculuğunda fıtrata dönüş ve varoluşsal teminatların sağlanmasında dinin üstlendiği rol, klasik sosyal bilimcilerin analizlerinde olduğu gibi bugün de yeterli bir açıklıkta ele alınamamakta; bu bağlamda yapılan pek çok yorumda da ağırlık spekülatif bağlamlarla sınırlı olmakta, polemikçi yaklaşımları zorlayan bir adım atılamamaktadır.
Öte yandan dinsellikte artış ya da dindarlığın yeni göstergeleri gibi konular dine ilgi duyan çevrelerin motivasyonunu artırması açısından hissedilir bir heyecan yaratmıştır. Bu çerçevede dinî hayattaki gelişmelerin mevcut tahminlerin neredeyse bütününü yalanlarcasına güç kazanması, bütün yorumlarını ve toplumbilimsel tezlerini bu öngörüler üzerine inşa eden sosyal bilimcilerin argümanlarını zayıflatmaya başlamıştır.
Dindarlık her şeyden önce kişinin kendi inanç ve amel dünyasında tecrübe ettiği mesafe bilincine tekabül etmektedir. Birinin dindarlığı söz konusu edildiğinde evvel emirde onun din konusundaki duruşunun genelgeçer kabullerin üzerine çıktığına hatta onun belli ölçülerde bu limitleri aştığına işaret edilmiş olunmaktadır. Kişinin örneğin bir Müslüman olarak dindarlığı, onun İslam’ın emir ve yasakları konusundaki bağlılığını, sadakat ve uyum arayışını yansıtmakta; böylece temel sabiteler etrafındaki muhasebesine imkân vermekte; inanç, ibadet ve ahlak alanındaki tercihleriyle de bütün bu ilgi ve sorumluluklarının ortaya koyduğu manevi bakiye ortaya çıkmaktadır.
Gelenekte dindarlık, gündelik hayatın olmazsa olmaz bir ögesi olarak derin bir bilinçle ele alınmakta ve değerlendirilmekteydi. Birinin dindar olması her şeyden önce onun yüksek ahlaki seciyelerle mücehhez olduğu anlamına geliyordu. Hiç kuşkusuz bu teçhizatın kaynağı da kişinin Allah’la olan bütünlüklü ve teslimiyetçi irtibatıyla ilgiliydi.
Din karşıtı bilimsel yaklaşımların teorik mühimmatını âdeta çökerten bu sosyolojik gerçeklik karşısında asıl önemli olan kendi anlam dünyasını bütün bu referans bolluğu içinde dinden yana kullanan tipik dindarın mütevazı varlık beyanı olmalıdır. Yer yer siyasallaşan laik ve seküler söylemlerin gündelik hayatın gelenekli /geleneksiz tüm rutinlerini muhasara altına aldığının açıkça gözlendiği bir düzlemde söz konusu gelişmeyi nasıl açıklamak gerekir?
Çoklukla bir nevzuhurluk alâmeti olarak değerlendirilen bu keşif, aslında toplumsalın köklü dip akıntılarını sıklıkla ihmal eden özensiz bir gidişatın isabetsiz değerlendirmelerinden başka bir şey değildir. Oysa din hep vardı ve o, hiç kuşkusuz zamanı ve mekânı kuşatma iddiasından da hiç bir zaman vazgeçmemişti. Beklenmedik çıkışlarıyla sosyal hayatın belirleyici ana teması olduğu zamanlarda olduğu kadar toplumsalın kadim sermayesi olarak yer yer vicdanlara terk edilip hapsedildiği zamanlarda da hayatın hemen her etabında baskın olan çoklukla dindi.