Kırklareli’de herhangi bir alanda çokluk yaratmak sanıldığı kadar zor değil. Küreselleşmenin yaratmış olduğu eşitsizlikler, yepyeni toplumsal hareketleri beraberinde getirdi. Farklı karakteristiklere sahip emek formları, “tekilliklerini korudukları halde, birlikte ortak zeminler geliştirmişlerdir” Hardt ve Negriye göre çokluk, “işte bu tekillik ve ortaklık dinamiğinden doğan öznelliktir. Çokluk ne “halk” gibi türdeş bir bütün, ne de ‘‘kitleler” gibi parçalı bir yapıdır”. Yazarlar çokluğu işçi sınıfından ayırmaktadırlar. İşçi sınıfı kavramının dışlayıcılığına karşılık, çokluk kapsayıcı bir kavramdır. Küreselleşme sürecinde üretime katılan bütün unsurları içerir. Çokluğu anlatabilecek en iyi metaforlardan birisi, İnternet ağıdır. Bir taraftan insanlar kendi farklarını koruyarak ağa katılırken, diğer taraftan da ağ yeni kullanıcıların katılımına açıktır.

Hardt ve Negri’ye göre, “tarihte ilk kez küresel çapta bir demokrasi olanağı belirmektedir”. Çokluk kitabı da bu süreci konu almaktadır. Çokluk, eşitlik, özgürlük ve demokratik bir küresel toplum talep etmek yanında, bu topluma nasıl ulaşılacağının yollarını da sunduğu iddiasında olan bir kitaptır. Bilindiği gibi içinde yaşadığımız küreselleşme çağında yoğun bir demokrasi talebi var. Ancak artan küresel savaş ve çatışma tehlikeleri dolayısıyla da demokrasiye yönelik bir tehdit söz konusu. Savaşla demokrasinin bir arada olması mümkün değil. Öte yandan yazarlara göre, “demokrasi hiçbir zaman, bugünkü kadar gerekli olmamıştı”. Çünkü “savaş halindeki dünyamıza nüfuz etmiş korku, emniyetsizlikten çıkış”ın başka bir yolu yok.

“Başka hiçbir yol bizi barış içinde ortak bir yaşama götüremez”. Yukarıda özetlendiği şekilde yazarlar, İmparatorluk olarak adlandırdıkları, yeni bir küresel düzenin ortaya çıktığını iddia ediyorlar. Buradaki çıkış noktaları ise, ulus devletlerin, başka ülkeleri denetim altına almasını ifade eden emperyalizm kavramının küresel dünyayı açıklamakta yeterli olmamasıydı. Buna karşılık küresel çağda yeni bir egemenlik biçimi olarak, ulus devletlerin yanında uluslar üstü kurumların, küresel şirketlerin ve farklı güçlerin içinde yer aldığı yeni bir egemenlik şekli olarak “ağ-iktidar” kavramının ortaya çıktığını iddia ediyorlardı. Hardt ve Negri’ye göre, İmparatorluk çağında, “Amerika Birleşik Devletleri’nin bile, “tek tabanca” rolüne soyunamayacağını ve küresel düzeni İmparatorluk ağındaki diğer güçlerle işbirliği etmeden sürdüremeyeceğini” iddia etmişlerdir. Ancak bu Washington’un politikalarının hiç önemi kalmadığı anlamında kullanılmamaktadır.

Bununla kastedilen kararların “küresel iktidar ağı çerçevesinde düşünülmesi”dir. Eğer ABD, dünyanın monarkı olarak değerlendirilirse, “küresel aristokrasilerle (yani siyasal, ekonomik ve finansal güçlerle) sürekli müzakere ve işbirliği yapması zorunludur” diyorlar. Bir diğer ifadeyle, monark, güç kullanarak iktidarı eline geçirebilir. Çok büyük yıkımlar yapabilir. Ancak sonuçta bunun bir maliyeti olacaktır. Siyasal, ekonomik ve finansal güçlerin, yani “aristokrasinin desteklemediği bir monark kesinlikle güçsüzdür”. İmparatorlukta, “savaş hâli kaçınılmazdır ve savaş bir yönetim aracıdır”. Hardt ve Negri’ye göre, ağ biçimli düşmanla bahşedebilmek için, ABD ve diğer egemen ulus devletlerin de, ağ biçimine geçmeleri gerekecektir. Onlara göre, “ağ biçimi, iktidarın her boyutuna kendisini dayatıyor”. Bir diğer ifadeyle, “emperyal düzenin ağ güçlerinin, dört yanı sarmış düşman ağlarıyla karşı karşıya olduğu bir savaş hâline doğru gidiyoruz” diyorlar.

Öte yandan ulus devlet ve küreselleşmenin uyuşmadığı iddialarına katılmıyorlar. Çokluk’un yazarlarına göre, ulus devletlerin bürokratik ve politik elitleri, ülkelerinin “stratejik hedefleri”ni dünyanın diğer ülkelerini dikkate almadan gerçekleştiremeyeceklerini anlamış durumdalar. Tersine emperyal yönetim, günümüzde, ulus devletlerin bürokrat ve politikacıları vasıtasıyla yürütülmektedir. Örneğin Davos’a katılanlar çoğu zaman “ulusal değil emperyal çıkarlar”a göre hareket etmektedirler; “ulusların subayları ve savunma bakanları da böyle emperyal savaşlar yürütebilirler”. Bu sebeple “iktidarın ağ biçiminin gerekliliği, tek taraflılık-çok taraflılık tartışmalarını geçersiz kılıyor, çünkü ağın tek bir komuta noktasından kontrol edilmesi imkânsız” diyorlar.

Yazarlara göre çokluk, demokrasiye iki açıdan katkı sağlamaktadır. Bunlardan birincisi ekonomi, ikincisi ise, siyasal örgütlenmesidir. İçinde yaşadığımız çağda diğer toplumsal alanlar ile ekonominin ayrımı silikleşmektedir. Çokluk, türdeş olmadığı için, ortak payda bulmanın güçlüğü vardır. Ancak çokluk içinde ortak payda, bulunmaktan ziyade üretilmektedir diyorlar. Ekonomik dönüşüm, çalışanların iletişim ve işbirliği ağlarını yaratmaktadır.

Bir diğer ifadeyle, “biyopolitik üretim ve onun ortak paydayı genişletmesi, günümüzde demokrasi olanağının dayandığı güçlü sütunlardan birisi” hâline gelmiştir. Demokrasi açısından ikinci katkıyı siyasal örgütlenme oluşturuyor. Siyasal örgütlenmeyi, ekonomik, kültürel ve toplumsal olanı içerecek şekilde kullanıyorlar. Özellikle artan demokrasi talebine vurgu yapıyorlar. Demokrasi arzusunun demokrasiyi garantilemediğini söyleseler de, mevcut taleplerin gücünün hafife alınmaması gerektiğine vurgu yapıyorlar. Temel gayelerinin de “yeni bir demokrasi projesine zemin oluşturabilecek kavramsal temelleri kurgulamak” olduğunu ifade ediyorlar.