Kırklareli Üniversitesi öğrencileriyle bir araya gelerek sohbet ettik. Güçlü Program’ın, çıkarların bilimsel çabayı etkilediğini iddia etmekte belli oranda haklı olduğunu düşünüyoruz. Gerçekten de tarihsel örneklere göre, çıkarlar çalışılacak konunun seçiminden bir teorinin bir bilim adamı tarafından benimsenmesine kadar birçok konuda bilimsel çabaya etki ederler. Öte yandan Güçlü Program’a katılmadığımız nokta bilim adamlarının bilimsel çalışmalarını “çıkarlar” üzerine inşa etmeleridir. Bilim adamları çoğu zaman çıkarları tersini gösterse de bir başka teoriyi benimseyebilmişlerdir.

Ampirik verilerin bilimdeki belirleyici rolünü göz ardı edip, bilim adamlarını sırf çıkarların peşinden koşan kişiler olarak resmetmek gerçekçi değildir. Gerçek bir bilimsel çalışmada sırf çıkarlar gerektiriyor diye belli bir teoriye inanılmaz, inanılsa da bu tutum muhafaza edilemez. Lysenko olayı bu konuda güzel bir örnek teşkil eder. Lysenko, Stalin döneminde Marksist ideolojiye –bilhassa Marksist diyalektiğe- yakın bir biyoloji modeli sunduğu için desteklenmiştir. Lamarck’ın kazanılan özelliklerin kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarıldığına olan inancı hatalı olmasına karşın Lysenko tarafından benimsenmiştir. Stalin bu teoriye karşı çıkanları Sibirya’ya sürmüştür. Ancak zaman içinde Lysenko’nun fikirlerinin üzerine bina edilen Sovyet tarımındaki gerileme onun fikirlerinin sorgulanmasına neden olacaktır.

Bu olay ideolojik ögelerin bilimi dizayn edemeyeceğinin, çıkarlar anlık olarak bilim üzerinde etki etse de bunun bir yerde sona ereceğinin önemli bir kanıtıdır.420 Bilim adamlarının çıkarları onların inancını etkilese de bilim içi faktörlere etki edemeyeceği için eninde sonunda güvenilir bir referans olma özelliğini kaybedecektir.

Dahası bilim adamları arasındaki rekabet de sadece çıkarlara dayanan yanlış teorinin elenmesinde önemli bir etken olacaktır. Bilim adamlarının arasındaki rekabet, bilimsel cemaat tarafından takdir edilme hissi onları doğru olanı bulma konusunda motive etmektedir. Yani, Kuhn ve Güçlü Program’ın iddiasının tersine, bilim adamlarının topluluk tarafından takdir edilme arzusu onları sadece paradigmayı körü körüne takip etmeye zorlamaz.

Tersine bilim adamlarının takdir edilme arzularını tatmin edecek önemli bir faktör hatalı, doğayı doğru yansıtmayan teorileri bulmak ve onları doğayla uyumlu olanlarla değiştirmektir. Bu konuda doğrunun peşinde olan bilim adamlarının en büyük kozu teorilerinin doğayla daha uyumlu olduğunu gösterebilmeleridir.

Kuhn’un bilimle ilgili görüşlerini incelerken onun “mucizeye yer yok” argümanına tatmin edici bir cevap veremediği üzerinde durulmuştu. Güçlü Program da Kuhn ve rölativist/konvansiyonalist teoriler gibi aynı sorunla yüzleşmek zorundadır. Hatırlanacağı gibi Güçlü Program bilim adamlarının bir teoriyi diğerine tercih etmesinde politik ve sosyal çıkarların belirleyici rol oynadığını iddia etmekteydi. Bu durum örneklerle desteklenmeye çalışıldıysa da bilimsel teorilerimiz neticesinde artan öngörü kapasitemizi açıklayamamaktadır. Neden politik ve sosyal çıkarlarımızın yönlendirdiği teori tercihlerimiz, hemen her zaman daha başarılı öngörüde bulunmamıza sebep olmaktadır?

Eğer bilimsel teorilerin kabulünde veya reddinde asıl belirleyici faktörün bilim içi açıklamalar olduğunu kabul etmezsek bu durumda bu soruya verilebilecek tek yanıt “tesadüf” olacaktır. Ancak çok büyük bir tesadüf sayesindedir ki sosyal ve politik çıkarlarımız sonucunda seçtiğimiz teorilerimiz gerçek ile örtüşmekte ve daha başarılı öngörülerde bulunmamızı olanaklı kılmaktadır. Elbette bu tür bir yaklaşım sosyal unsurların rolünü artırmak uğruna gerçeği deforme etmek anlamına gelmektedir.

Güçlü Program, belki de bu soruyla muhatap olacağını bildiğinden konvansiyonların keyfi olmadıklarını iddia etmektedir. Hatırlanacağı gibi Güçlü Program’a göre konvansiyonların sosyal inanılırlığı olmalı ve pratik faydaları bulunmalıdır. Bu tür bir tanımlama da Güçlü Program’ı “mucizeye yer yok” argümanından kurtarmaya yetmeyecektir. Zira öncelikle Güçlü Program sosyal inanılırlığın ne olduğunu tanımlamamıştır. “Sosyal” ile kast edilen bilim adamları topluluğu mudur yoksa sıradan halk mıdır?

Güçlü Program bilim adamlarının bile –bazen bilinçli bazen de gayri ihtiyari olarak- çıkarların etkisinden kurtulamadıklarını iddia etmektedir. Oysa sosyal inanılırlık, içinde “eleştirel değerlendirme” imasını taşımaktadır. Ne var ki Güçlü Program böyle bir değerlendirmenin mümkün olmadığını çıkarların belirleyiciliği ile ilgili verdiği her örnekte iddia etmektedir. O hâlde sosyal inanılırlık içi boş bir kavram olmanın ötesine geçemez.