Kırklareli, zaman içerisinde farklı türlerdeki değişimlere gebe kaldı. Bu da toplumu etkiledi tabii ki. İnsanoğlu yeryüzü yaşamı başladığından itibaren bir fiziki coğrafi çevre içerisinde yaşamakta ve onunla etkileşim içerisinde bulunmaktadır. Tarih boyunca fiziki çevrenin ve coğrafyanın insanlar üzerinde etkili olduğuna inanılmış ve toplumsal yaşamı coğrafyaya, iklime dayalı bir biçimde açıklayan pek çok teori ortaya atılmıştır. Bu teorilerden önemli bir kısmı toplulukların içinde yer aldıkları fiziki-coğrafi koşullardaki değişimlerin toplumun yapısını ciddi bir biçimde etkilediğini ileri sürmektedirler.
Günümüzde arkeoloji biliminin bizlere gösterdiği delillere dayalı olarak toplumsal yaşamdaki ilk büyük ölçekli değişimlerin fiziksel çevrede ve iklimde meydana gelen değişimlerle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bundan yaklaşık 14.000 yıl önce Buzul Çağı’nın sona ermesi ile birlikte insanların yeryüzünde yaşadıkları coğrafya genişlemiştir. Buzulların erimesi ile ortaya çıkan iklimsel değişim insanlığın yeryüzüne yayılmasını biçimlendirmiştir. Böylece bugünkü beşerî coğrafyanın ilk biçimleri ortaya çıkmıştır.
Daha yakın dönemlerde de iklim değişimleri insanlık üzerinde ciddi etkiler oluşturmuştur. MS 300’lü yıllarda Orta Asya'da baş gösteren kuraklık, mevcut sosyal düzeni sarsmış ve büyük bir sosyal hareketliliği vücuda getirmiştir. Kavimler Göçü olarak adlandırılan bu hareketlilik Avrupa'da MS 600’lere kadar sürmüş; siyasi ve sosyal yapıların yeniden şekillenmesine neden olmuş; günümüz Avrupa halklarının temellerini meydana getirmiştir. Esasen demografik bir hareketle kendisini gösteren bu büyük çaplı sosyal hadisenin temelinde iklim etkeni mevcuttur. Böylece fiziksel-coğrafi etkenler toplumsal değişimde esaslı bir rol oynamaktadır.
Doğal koşulların insan toplumları üzerindeki etkisi sadece iklim değişimleri ile alakalı değildir. Benzer şekilde büyük salgınlar da toplumların yapılarını derinden sarsmış ve yeniliklere yol açmıştır. Veba, çiçek, kızamık, kızıl, kolera, tifo, tifüs, dizanteri, suçiçeği, zatürre, hepatit, grip, tüberküloz, cüzam, şarbon, kabakulak, sarıhumma, boğmaca tarih boyunca hüküm sürerek salgınlar ve büyük oranda ölümlere yol açan bulaşıcı hastalıklar arasında sayılabilir.
Bu salgınların toplumsal yapı üzerindeki etkisine örnek olarak 1347-1351 yılları arasında Avrupa'da tahminen 75 ila 200 milyon arasında insanın ölümüne neden olan veba salgını gösterilebilir. Avrupa’da nüfusun ciddi bir biçimde azalmasına yol açan bu salgının toplumsal yapı üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Bu salgın neticesinde nüfus azaldığı için düşen üretimi artırmak üzere toprağa bağlı serflere daha fazla özgürlük verilerek belirli bir kira karşılığında toprağı işlemelerine yönelik bir sistem ortaya çıkmaya başlamıştır. Feodal yapıda kapsamlı değişimler meydana getiren bu uygulama gelecekte modern toplumun oluşumuna gidecek yolu açan önemli etkenlerden birisi olarak görülmektedir.
Coğrafyanın ve iklimin toplumsal yaşam üzerindeki etkisi sadece bu düzeydeki makro hadiselerle sınırlı değildir. Aynı zamanda bir toplumsal grubun yerleştiği yerin özellikleri mikro düzeyde de değişimin biçimini, hızını ve boyutunu etkileyebilmektedir. Bir topluluğun yerleştiği yerin özellikleri topluluğun değişime daha açık veya kapalı olmasını da etkileyebilmektedir. Bu çerçevede bir yerleşim yerinin karasal veya denize veya nehre kıyısı olması, kurulduğu yerin dağ, ova veya vadi olması, doğal bir yükseltiye sahip olması oradaki toplumsal grubun yaşantısını önemli ölçüde etkilemektedir. Örneğin karasal bir yerleşim yerinin denize veya nehre kıyısı olan bir yerleşim yerine göre değişime daha kapalı olduğu bilinmektedir. Bunda kara ve kıyı yerleşimlerinin genellikle farklı iktisadi geçim biçimlerine sahip olması ve dışsal etkilerin erişebilirliği etkilidir.
Coğrafi imkânların ve kısıtların etkisi ile kara yerleşmeleri tarihin önemli bir kısmında tarımsal aktiviteye dayalı bir geçinme biçimine, dolayısıyla durağan bir toplumsal yapıya sahipken; kıyı yerleşmeleri genellikle ticarete dayalı bir geçim biçimine ve dolayısıyla hareketli bir toplumsal yapıya sahiptirler. Bu etkenler dâhilinde kıyı şehirleri her zaman yeni fikir ve buluşların kendisine daha kolay yer bulduğu, toplumsal değişmenin daha hızlı olduğu bir görünüm arz ederler. Tarihsel olarak bunun en özgün örneğini feodalizme geçişte ve feodalizmden çıkışta Avrupa’nın toplumsal yapısının değişimlerinde görebiliriz.
Roma sonrasında güvenliğin azalmasına dayalı olarak ticaretin kaybolması ile kıyı şehirleri kaybolmuş Avrupa’da küçük içe kapanık karasal kale şehirleri öne çıkmıştır. Böylece dışa ve değişime kapalı bir toplumsal yapı olan feodalizm ortaya çıkmıştır. Tersi bir biçimde 13. yüzyıldan itibaren Haçlı Seferleri neticesinde Akdeniz ticaretinin yeniden canlanması ile birlikte kıyı şehirlerinin yeniden doğduğunu ve toplumsal değişmenin daha dinamik bir biçimde Avrupa toplumunu etkisi altına alarak kapalı feodalizmi ortadan kaldıracak süreci başlattığını görmek mümkündür