Kendi eğitimimi Kırklareli’de tamamladım. Bu yüzden sosyolojik çalışmalarım genellikle eğitim üzerine gerçekleşti. Modern eğitim sistemi öğrencilerine eşitlik ve meritokrasi sözü verir. Buna göre öğrenci çalışmak suretiyle bilişsel ve teknik becerilerini yeterince artırırsa başarılı olacaktır. Başarılı olmanın ve toplumda saygın bir konum edebilmesinin yolu kayırma ya da atfedilen özellikleri değil, çalışarak kazanmaktır.
Toplumsal farklılık ve eşitsizlik, Eğitim Sosyolojisi çalışmalarının içinde ağırlık kazanan bir konudur. Eğitim ile toplumsal farklılıklar ve eşitsizlikler arasındaki ilişki politikacıları meşgul ettiği gibi genel olarak sosyoloji için ve özelde eğitim sosyolojisi açısından en temel konudur. Eğitimde farklılık ve eşitsizliklerin temel etmenlerini sosyo-ekonomik sınıflılık ve tabakalaşma, cinsiyet ve etnik köken oluşturmaktadır. 1980 sonrası Eğitim Sosyolojisi çalışmalarında yaşanan zenginleşmeyle bu alandaki çalışmalar farklı temalarla tasnif edilmeye başlanmıştır. Bir önceki bölümde bahsi geçen üç yaklaşımın yerine toplumsal farklılık ve okul başarısı arasındaki ilişkiye yoğunlaşan yaklaşımlar “okul içini” ve “okul dışını” ele alanlar şeklinde bir tasnife tabi tutulur.
Okul dışı yaklaşımların kuramsal olarak daha zengin ve araştırmalarda daha fazla atıf yapılan alt dalı kültürel yaklaşımlardır. Öğrencinin ailesi, toplumsal çevresi, cinsiyeti, sosyoekonomik düzeyi, coğrafi aidiyeti gibi etmenlerin oluşturduğu kültürellikler üzerine ve bu kültürelliklerin neden olduğu eşitsizlikler üzerine yoğunlaşır. Sosyo-ekonomik düzeyleri de değerlendirmeye aldıkları için çatışmacı yaklaşıma dahil edildikleri görülmektedir. Ancak eğitimle ilgili görüşleri kültürel alanla ilgilidir. Kültürel yaklaşım en önde gelen temsilcileri Pierre Bourdieu ve Paul Willis’tir.
Bourdieu’nun yaklaşımını kültürel başlığını altına sıkıştırmak çok isabetli olmayabilir. O sosyolojiyle makro-mikro, ekonomik-kültürel, toplum-özne gibi sosyoloji tarihi boyunca oluşmuş dikotomileri aşmayı amaçlamıştır. Ancak eğitimle ilgili görüşlerinde kültürel etmeni öncelemesi onu başlık altında ele almamızın meşrulaştırabilir. Çünkü Bourdieu eğitimi bir “kültürel yeniden üretim” kanalı olarak görmektedir.
Bourdieu’ya göre kültürel alan, özellikle seçkin ve elitist bir biçime bürünmüşse ekonomik alanda süregiden ilişkilerin değişim biçimi olarak anlaşılmalıdır. Ekonomik alan çıkar yüklüdür. Kar, kazancı en üst düzeye ulaştırmak gibi gayeleri vardır ve bundan dolayı kültürel olandan uzak bir alan olarak görülür. Çünkü kültürel olanda amaç doğrudan kendisidir ve temelde estetik değerlerle ve beğeniyle ölçülür. Bu haliyle kültür ekonomik olandan daha üst bir yerdedir.
Ancak Bourdieu bunun bir yanılsama olduğunu düşünür ve estetik değer ve beğeni ölçütlerinin tamamen üst egemen sınıflar tarafından belirlendiğini göstermeye çalışır. Beğeni toplumsal sınıflara göre çeşitlenir. Her toplumsal sınıfın bir beğeni habitusu vardır. Bu beğeni habitusunu birey öncelikle ailesinden öğrenir. Bir habitus (veya kültür) özünde diğerinden daha değerli ya da üstün değildir. Ancak kapitalist toplumların egemenleri kendi habituslarını eğitim yoluyla yeniden üretilmeye en değer habitus olarak belirlemiş olurlar ve dolayısıyla neyin daha önemli olduğuna karar verirler. Birey eğitim sisteminin bir parçası olduğunda eğitim süreçleriyle egemen sınıfların beğeni habitusunu ve kültürel değerlerini edinir. Eğitim egemen sınıfların kültürlerini yeniden ürettikleri ve yeni nesillere aktardıkları kanaldır.
Kültürel yeniden üretim, ekonomi başta olmak üzere diğer toplumsal kurumlarla birlikte eğitimin toplumsal eşitsizlikleri yeni nesillere aktararak sürdürmesi anlamına gelmektedir. Bourdieu’ya göre, egemen sınıf, eğitim sisteminde inşa ettiği pedagojik dil vasıtasıyla belli bir kültürel muhtevayı yeni nesillerin zihinlerine kazır. Eğitim sisteminde somutlaşan bu egemenlik ilişkisi, egemen sınıfın hem maddi hem kültürel çıkarlarını korur. Bu çerçevede eğitimin muhtevası ve müfredat, evrensel insani ilkelerden veya insanın doğasına dair ilkelerden beslenmez; aksine egemenlerin kültürünü ve güç ilişkilerini yeniden üreterek aktarmayı amaçlar. Kültürel yeniden üretimi amaçlayan eğitim, kendisini inşa eden otoriteyi gizler ve bu sebeple eğitim toplumdaki egemenlik ilişkilerinin gizlenmesini sağlar.
Öğrencilerin kültürel ve sosyal sermayeleri başarı ihtimallerini de belirleyicidir. Kültürel ve sosyal sermayelerini oluşturan en önemli etmenler etnik kökene bağlı sınıfsal aidiyetleri, cinsiyetleri, ailevi kökenleri, yaşadıkları coğrafi bölgedir. Eğitim sistemi bütün öğrencilere karşı “tarafsız” hareket eder. Ancak egemen kültüre ayarlı okul kültüründen beslenen kültürel sermayeye sahip olanlar doğal olarak daha başarılı olacaklardır. Böylece alt sosyo-ekonomik sınıfların kültürü akademik başarısızlığın sebebi haline gelir. Böylece eğitim toplumsal eşitsizlikleri tarafsız olduğu iddiasına rağmen yeniden üretmiş olacaktır.