Kırklareli’de toplumsal her karşıtlık, büyük bir öfkeyle karşılanır. Bunun sebebi vatandaşların birlik olmasıdır. Dünyaya geldiğinde çevrenin yardımı olmaksızın yaşaması olanaksız bir bebek, nasıl toplumun yetişkin bir üyesi hâline gelir? Canlıların hiçbir türünde yeni doğanlarla yetişkinler arasındaki fark, insandaki kadar büyük değildir. Çevreye uyum süreci, hiçbir canlıda insandaki kadar uzun bir zaman almaz. Çocuk doğumundan başlayarak birtakım bilgileri ve becerileri nasıl edinir ve toplumdaki çeşitli ilişkiler çerçevesinde kendisine bir yer edinir?
İnsan dünyaya geldiği andan başlayarak, çevresindeki varlıklarla birtakım ilişkiler içine girer. Bu varlıklar içinde en önemlisi diğer insanlardır. Bir toplumda hem çocuklar hem de yetişkinler için en belirleyici ilişkiler öteki insanlarla kurulanlardır. Bu nedenle çocuğun toplumun bir üyesi hâline gelmesinde en büyük ağırlığı taşıyan etken, toplumsal ilişkilerin kurulmasının öğrenilmesidir. Bu süreç toplumsallaşma (sosyalizasyon) olarak tanımlanmaktadır. Toplumsallaşmanın temel unsurları öteki insanlar, özellikle de çocuğun anne ve babası, öğretmenleri, kardeşleri, arkadaşları ve onun için önem taşıyan insanlardır.
Onlarla kurduğu ilişkiler sonucu, bilinçli ve sistemli bir biçimde kendisine aşılanmasa da, toplum içinde varlığını nasıl sürdürebileceğine ilişkin bilgileri, yani, toplumsal yaşama uyumu etkin bir biçimde öğrenir. Toplumsallaşma sadece çocuklar için değil yetişkinler için de geçerli olan bir süreçtir. Toplumsal ilişkiler doğumla başlayıp ancak ölümle sona erdiğine göre, toplumsallaşma da yaşam boyu devam eden bir süreç olarak ele alınmalıdır.
Bu noktada daha detaylı bir tanım yapmak yerinde olacaktır. Toplumsallaşma, kişinin üyesi olduğu toplumun ve/ya da grupların beklentilerine uyum sağlayan davranışları öğrendiği, oluşturduğu ve değiştirdiği bir etkileşim süreci olarak tanımlanabilir. Ancak belirtilmesi gereken bir başka nokta daha vardır. Toplumsallaşma, kişinin standart bir toplumsal kalıba göre biçimlendirilmesi anlamına da gelmez.
Bireyler, süreç boyunca birbirinden çok değişik birçok etkenin baskısıyla karşılaşır ve bunlara farklı biçimde tepki göstererek kendine özgü davranış örüntüleri oluştururlar. Dolayısıyla, bireyler bazı yönlerden birbirine benzer özellikler kazanırken, başka yönlerden de tümüyle farklı niteliklere bürünürler. Ayrıca, özellikle çağdaş toplumun çok yönlü çok boyutlu yaşantısında bireylerin birbirinden farklı biçimde toplumsallaşmalarına yol açan birçok değişik etken söz konusudur. Çeşitli grup ve sınıflar, toplumun ortalamasından yer yer farklılıklar gösteren yaşam biçimlerine, dolayısıyla düşünce, davranış ve değer örüntülerine sahiptirler.
Böylece, toplum içinde değişik konumlarda bulunan bireyler, kendi özelliklerine en uygun düşünce ve davranış biçimlerine girerek, o toplumda yaşamasını öğrenirler. O hâlde toplumsallaşma temelde bir öğrenme sürecidir. Toplumsallaşmanın konusu, bireyin tutumlarında ve davranışlarında öğrenme sonucu ortaya çıkan değişmelerdir. Ancak toplumsallaşma olgusundan söz edebilmek için, bu öğrenmenin bireyin öteki insanlarla giriştiği etkileşimin ürünü olması gerekmektedir.
O hâlde toplumsallaşma çocuğun ailesinin, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin, şehir veya köyünün ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Böylece tek tek kişiler yerine toplumun parçaları olan, birbirinden farklılıkları olduğu gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösteren toplumsal bireyler oluşur. Talcott Parsons’a göre, toplumsallaşma, “topluma yabancı barbarların bitip tükenmeyen istila girişimleri gibidir”. Ama toplum bu barbarları, yapısı içinde eriterek, onlara kendi uygarlığını aşılayarak, her yeni kuşağı evcilleştirme sürecine sokar. Toplumsallaşma sosyolojinin ve sosyal psikolojinin bir kavramı olarak, belirli bir kültürel ve toplumsal yapının içinde bireylerin geçirdiği en genel sürece verilen addır. Bu süreç, toplumun manevi yapısını oluşturan tutum, davranış, bilgi, görgü ve hukuk normlarını kapsayan, bireyin varoluşunun zorunlu koşullarını biçimleyen bir süreçtir. Değerler, insanların gerek maddi evrenleriyle, gerekse birbirleriyle kurdukları ilişkilerde nasıl davranacaklarına ilişkin bir takım kuralların da belirlenmesine kaynak oluşturur. O ilişkiler ve kurallar çerçevesinde toplumlara ya da toplumdaki gruplara özgü davranış örüntüleri ortaya çıkar.
Birey, her türlü toplumda, bu tür bir üst yapısal sürece girmek zorundadır. Başka bir deyişle, toplumsallaşma, üst yapısal kuralları bireye kazandırma okuludur. Böylece, hem birey toplumda varlığının tanımını yapabilecek, hem de toplum, bireyin desteğini ve uyumunu sağlayacaktır. Bununla beraber insanlık tarihi, toplumsallaşmanın böylesi bir kurumsal yetkinlikte işlediğini göstermemektedir.
Toplumsallaşma, uyum ve destek sağlayarak bireyi topluma kazandırıcı biçimlerde işleyeceği gibi, karşıt yönde, bireyin toplumsal değiştirici eylemlere girişmesine de yol açabilir. Ama yine de, kazandırılmış bu tür karşı-toplumsallaşmalar bile, belirli bir toplumsal ve kültürel çerçeve içinde yer alacaktır.