Kırklareli’ye geldiğim günden beri bazı arkadaşlarımın benden çok daha farklı bir bakış açısına sahip olduğunu fark ediyorum. E tabii insanlar birbirinden farklı yaratılmıştır, burada bir sorun yok. Fakat mükemmeliyetçilik, herkese verilmiş bir özellik de değildir.
Bilimsel olarak mükemmeliyetçilik,”kişinin kendisine yüksek beklentiler koyması ve bu beklentilere ulaşma konusunda oldukça endişe duyması, dolayısıyla bunlarla ilgili kendine aşırı eleştirel yaklaşması durumunu ifade eder. Mükemmeliyetçilik bir bakıma “kusursuzluğu arama” olarak da tanımlanır.” Kusursuzluk arayışının iki türü vardır; biri bireyin kendinde mükemmeli araması diğeri ise başkalarında mükemmeli aramasıdır. Her ikisi de bireyin sosyal yaşamında ve özel alanında bireye zorluklar çıkarmaktadır.
Mükemmelin arayışında olmak bireyin üzerinde baskı oluşturmaktadır. Hatta o kadar ki zaman zaman yapılan fiil kendi önemini kaybederek mükemmele erişmenin aracı haline gelmektedir. Diğer bir deyişle amaç araçsallaşmakta, araç ise amaç haline gelmektedir. Bu durum bireyleri giderek tahammülsüzleştirmektedir. Bununla birlikte başkaları tarafından takdir görmek, beğenilmek kişinin hoşuna gider ve başarılı/ güzel görünmek onun için doyumsuz bir bağımlılık olur. Kusursuzluk arayışının, kişiye sosyal ve özel alanda ki zararı gibi duygusal ve fizyolojik zararı da oldukça büyüktür. Bu durum, depresyon, kaygı, stres, migren gibi sorunlara yol açabiliyor. Bu bağlamda mükemmeliyetçilik insanın kendisinin, bilincinin, etrafındakilerin, var olan güzelliklerin farkına varmadan tamamıyla hayatını -amaç uğruna görünse de asla bir amaca ulaşmayan- hırsa adamasıdır.
Bilinen bir gerçek vardır ki herkesin algısı, düşüncesi ve davranışları bulundukları toplum, sahip oldukları kültür, inanç, statü ve sınıfa göre değişmektedir. Fakat kapitalizmin ve modernizmin ağlarına sarılı olan küresel dünya git gide algılarla yönetilen bir yer haline gelmektedir. Küresel dünyanın dezavantajlarıyla kapitalizm ve modernizm birleşince insan tek bir uzva indirgenmiştir. Algının merkezi olan sosyal medya; sınıf, din, dil, etnisite ve yaş fark etmeksizin herkesin kullandığı bir platformdur. Bu platform insanların sosyalleşme süreçlerini etkileyen hatta cinsiyet rollerini bile öğrendikleri önemli bir platformdur.
Tam bu noktada insanlara tekdüze güzellik, moda, hobi, meslek, ideoloji gibi insanın düşünüp sorgulayarak kendi bulması gereken özünü algılarla işgal etmektedirler. En sonunda insanda oluşan bu kusursuzluk arayışı rekabet gibi bir tehlikeli ideaya çarpmaktadır. Altın günlerine bakarsak rekabetin komik gözüken ama çok üzücü bir yansımasını görürüz.
Ev sahibi birey kusursuz bir şekilde çeşitlerce yemekler yapar ve kusursuz bir şekilde evini temizler, misafirleri geldiğinde ise kıskançlık duyguları her yeri kaplar. Genelleme yapmadan daha masum altın günlerinin olduğunu düşünürsek kıskançlığın yerini dedikodu alır. Bilakis insan arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde terapiye girmiş gibi hafiflemeli. Bu bağlamda mükemmeliyetçilik kişiye çeşitli yollarla verilen bir algı sonucunda oluşan bir bağımlılıktır. Hırs, rekabet, bencillik ve sadece belli bir hedefe odaklanmış bir birey asla ne yaptığını göremez ve kontrolünü kaybeder. Aynı zamanda davranışlar tam olarak kapitalist davranışlardır.
Diğer bir yandan kişinin mükemmeliyetçiliğinin alt yapısında kendi talepleri doğrultusunda oluşan olgular değil çevrenin belirlemiş olduğu standartlara göre şekillenen algılar vardır. Bu durumda mükemmeliyetçilik çevrenin/toplumun/çağın gerekliliklerinin tasarımı olan suni bir şeydir. Dolayısıyla gelip geçicidir, bugünün mükemmeli yarının sıradanı olabilir.
Çağa ayak uydururken kişi kendini bir mağaranın içinde kaybetmemelidir. İnsan kafasını mağaradan çıkardığında gün ışığını, ormanın güzelliklerini görür ve kuşların ahengini duyar. Tam olarak bu güzellikleri işittiğinde ve kendini dinlediğinde, ardından düşünebildiğinde özünü ve içindeki sanatçıyı keşfetmeye başlar.
Mükemmeliyetçi olmak ne illet bir şey ise insanın kendisini dinleme, özünü bulma alanını bile işgal ediyor. Oysa kusur emeği, hata deneyimi anlatmak ister insana. Mesela bir heykelde bireylerin algılarına göre -ki ne yaparsan yap insanların algıları kadarsın- ya da genel estetik anlayışına göre bir hata varsa heykeltıraş o hatasından bir deneyim kazanmıştır.
Hata insanı olgunlaştırır, bakış açısı kazandırır ve daha dinamik hissettirir. Hata insanın sanatını geliştirir. 21. yüzyılda hala net bir tanımı bulunamayan sanat bence, canlının özünü dinlediği ve onu bir maddeye yansıttığı her şeydir. Bir aşçı da, kitap okuyan bir birey de, dallanıp budaklanıp çeşitli güzellikler oluşturan sarmaşık çiçeği de bir sanatkârdır. Yani her canlı bir sanatkârdır. Bu bağlamda, toplumda sanatkârlardan oluşur. O zaman bu kadar çok sanatkârın eserleri nerede?