Gadamer’in antolojik hermenotiği Heidegger’in anti hümanist yaklaşımının hiç şüphe yok ki daha az sorgulanabilir bir gelişimini temsil eder.
Hem nesnel bir dünyanın hem de başka zihinlerin varoluşunu kendi kendini kuran ve saydam bir bilinçte temellendiren öznedir.
Hermenotiğin sadece insan bilimlerinin karakteristik yöntemi olmayıp genel olarak hakikat kapısının anahtarıdır.
Batı felsefesinin epistemoloji ve antolojinin bilgi ve anlamının ya da varlık ve hakikatin önceliği üzerindeki ısrarıdır.
Ferdinand da yapısal dilbilimci yapısalcılık olarak bilinen yaklaşım için temel ilham kaynağı olmuştur. Gadamer gibi konuşan a da yorumlayan özneden çok din üzerine odaklanır.
Öznele dil arasındaki ilişkiyle ilgili geleneksel görünüşe meydan okuma daha dil ve konuşma arasındaki temel ayrımda aşikâr hale gelir. Saussevre için sadece farklı dillerin varoluşu gösterenle gösterilen arasındaki ilişkinin uzlaşımsal bir ilişki olduğunu kanıtlar.
Yapısalcılar öznel olan her şeyi soyutlayarak teşebbüslerin tam anlamıyla bilimsel olan doğasını ispatlamayı ümit ettiler.
Yapısalcılar insan etkinliğine temel öğeleri ve bu öğelerin kendileriyle birleştirildikleri kural ya da yasaları keşfederek bilimsel bir tarzda ele alıp incelemiştir.
Richard Cohen’in sözleriyle öteki anlamayı mutlak olarak aşan, varlık ufuklarına ve varlığın hakikatine üstün olan felsefenin başlangıcından önce ya da sonra gelen yani ahlaki buyruğun yoğunluğu ya da üstünlüğü ve onun gündeme getirdiği sorumluluk bir yoluyla tasdik edilmelidir.
Yapısalcılığın bir diğer savunucusu Strauss’tur. Toplum da tıpkı dil gibi sadece bireysel sosyal güçlerin amaçlarını veya eylemlerini incelemek suretiyle anlaşılamaz.
Soussure gibi Strauss’un yaklaşımı da orta zamanlı olmaktan ziyade eşzamanlıdır. Toplumsal ve kültürel formlar doğuş ya da kökenleriyle açıklanamaz çünkü bu sadece açılama problemlerini bir adım daha geriye erteleyen bir yöntemdir.
Yapısalcı ve anti-hümanist teorinin bir diğer etkili örneği Althusser Marksizm’idir.
Yapısalcı Marksizm çoğu zaman tarih boyutunu göz ardı etmekle itham edilmiş olan yapısalcılığın tersine aşikâr bir biçimde kayıtsız olan eşzamanlı kategorilerini açıkça ve indirgenemezcesine tarihsel olan bir teori bütününe uygulamayı taahhüt ettiği için birçoklarına ilgi çekici gelmiştir.
Althusser daha radikal bir biçimde Marks’ın teorisinin tarihsel boyutunun benzer bir yapısal analize tabi tutunabileceğini savunur.
Althusser’in Marks yorumu aynı zamanda Sartre’ın varoluşçulukla Marksizmin vukuflarını birleştirme teşebbüsüne karşı çıkar.
Faucault’a göre yapısalcılığın gelişimci düşünce sistemleri tarihinde yeni bir dönüm noktasını temsil eder. Ona göre yapısalcılığın temel özelliği davranışın, öznenin bilinçli düşüncelerimizden ziyade bilinçsiz yapılarla açıklanabileceği tezinden hareketle kesinlikle özneyi merkezi konumundan uzaklaştırmasıdır.
Faucault düşünürlerin büyük ölçüde çağlarının tutsakları olduklarını öne süren bir tür kolektif bilinçdışı fikrine başvurur.
Belirli bir dönemde zihni sınırlayan ve sadece belirli biçimlerini düşünebilir kılan temel bir ön kabuller düzeyi vardır. Faucault bu düzeyi terimleştirir.
Onlar episteme içinde düşünürler ancak onun hakkında değil. Mevcut epistemeyi bilinçli olarak kavrayamazlar. Bir sonraki epistemenin farkında olmayacaklardır.
Bir sonraki çağın insanları bir önceki çağ ve hatta çağların epistemesini gerçekte anlayamazlar.
Faucault kendimizi önceki çağları ve onların epistemelerini anlayarak tanımamızı sağlamaya çalıştığı için yaklaşımı bir paradoksla sonuçlanır.
Faucault’nun aradaki bağlara rağmen, kendini yapısalcılık içinde görmemesinin bir nedeni bu tarihselci eğilimidir.