Herkesin bu hayatta bir isteği, emeli, hayali vardır. Tabii benim de var. Bunca zaman bunları gerçekleştirebilmek için çabaladım.

Hedeflerimden biri üniversite okumak için geldiğim şehirde kendime yeni bir hayat kurmaktı. Herkesten uzak, kendimi dinleyebileceğim bir hayat.

Nitekim öyle de oldu.

Kırklareli Üniversitesi’ni kazandıktan sonra, ilk sene burada kalmayı kafama takmıştım. Belki büyük bir şehirden buraya gelmek, neredeyse herkesi tanıyor olmak hoşuma gitti.

Kırklareli’de kendime bir hayat kurdum. İstediğim ev, istediğim ev arkadaşı, istediğim hayat düzeni. Beni bir ölçüde mutlu etti.

Peki şimdi sorun ne?

Neyi düşünüyorum? Neyin kavgasını veriyorum? En önemlisi kiminle savaşıyorum?

Yaklaşık üç-dört gündür, gün içinde kendimi dinleyebildiğim her an içimdeki savaşa tanık oluyorum nedense. O tartışmaların seslerini duyuyorum içimde.

Tanıdığım herkesle kavga ediyorum. Bana söylediklerini, verdiği sözleri hatırlıyorum.

Bir de sözlerini tutmayışlarını.

Mükemmel biri değilim. Asla kendimi suçsuz, günahsız, asla kimseye zarar vermemiş biri gibi hissetmedim.

Beni tanıyanlar da bilir ki, istediğim zaman inanılmaz kötü birine dönüşebilirim. Ki bunun da sadece bana özgü bir özellik olmadığını biliyorum.

Birinin eline fırsat geçtiğinde, canı yandığında, intikam ateşini söndüremediğinde kötü biri olabilir.

Mühim olan bunu ne kadar bastırabildiğimiz değil midir?

Bazen arkadaşlarımın serzenişlerine kulak veriyorum.

Hani dünyanın en iyi, en temiz insanı sizsiniz de bütün kötülükler sadece sizi buluyor gibi konuşuyorsunuz.

İnsan kendini övmemeli gibi geliyor bana. Övgü duyulacak bir şey varsa, başkaları dile getirmeli.

Bazen beni çok şaşırtıyorsunuz.

Kendinizden bahsedişiniz, kendinizi övmeniz beni daha da şaşırtıyor. Sanki karşımdaki başka biriymiş gibi hissediyorum.

Ben bunca zaman sizinle değil, başka biriyle yaşamışım gibi.

Kendi dertleriniz her zaman bir tık önde, her zaman sizin mutsuzluğunuz bizim mutsuzluğumuz olmalıymış gibi davranıyorsunuz.

Hani olmuyor da bir gün gerçekten dertleşmek için kapınızı çaldığımızda; lafımızı bölüp kendi dertlerinizi anlatıyorsunuz bizlere.

Hatta sadece siz değil, yanınızdakiler de sizin dertlerinizi bize anlatıyor.

Hiç durup düşündünüz mü?

Neden türlü sorunlar sizi buluyor? Neden yaptığınız her şeyde bir yanlış bulunuyor da bir şekilde bize dönüyor sohbet?

Az çok tahmin ediyorum sebebini ama yüzünüze söylemekten çekiniyor, dile getirmiyorum hiç.

Bence fikirler de sadece bunları anlayabilecek insanlarla paylaşılmalı.

Birini bir şeye ikna etmek, inandırmak değer verilen kişiye karşı yapılması gereken olgular olmalı.

Ben çok uzun zamandır fikirlerimi, inandıklarımı sadece değer verdiğim ve anlayabileceğini düşündüğüm kişilerle paylaşıyorum.

Nitekim yakın zamanda bu konuda yaptığım yanlışı da fark ettim.

Ben genelde düşünmeden konuşurum. İçimden gelen dilimin ucundan çıkıverir. Bunu hoş bir özellik olarak görmüyorum tabii, zaman zaman patavatsızlığa kaçtığı da oluyor ama riyakarlıkla karşılaştırdığım zaman daha masum geliyor gözüme.

Uzun süredir, içimdeki ben canavarıyla savaşıyorum.

Zaman zaman üstesinden gelebiliyorum. Beni ele geçirdiği yerler de oluyor.

Sinirim bazen egodan kaynaklanırdı, onu susturmayı öğreniyor gibiyim.

O kadar çok eksiğim, yanlışım var ki.

En azından farkındayım ve bunların üzerinde çalışıyorum diye kandırıyorum kendimi belki de.

Belki de söylediğiniz, düşündüğünüz, ima ettiğiniz gibi kötü biriyimdir.

Yine de en büyük kötülüğü kendime yapıyorum.

Her akşam eve yürürken, kahve içerken, bulaşık yıkarken, uyumadan hemen önce sizinle kafamda kavga ediyorum.

Sizin bana asla veremeyeceğiniz yanıtları kendi kendime veriyorum. Sizinle, hayal dünyamda, aslında sizin kaçtığınız bir tartışmanın içinde buluyorum kendimi.

Ve bu beni o kadar yıprattı ki.

Benim en keyifsiz halim bile yaşama sevinçle bakan kişiye ders verirdi. Şimdi öyle değil, zorla gülümsemenin, keyfimi yerine getirmeye çalışmanın da bir faydası olmadığını görüyorum.

En azından şimdilik böyle düşünüyorum.

Belki de sıkıntıları, dibini sıyırana kadar yaşamak ve rafa kaldırmak gerekiyordur.

Çok sevdiğim, sık sık okuduğum bir kitaptan alıntıyla bitireyim sözlerimi.

“Tiyatro bitti, beklemeye lüzum duymuyorum”

Hüseyin Nihal Atsız- Ruh Adam