Kırklareli az düzeyde görülen anomi, pek çok kentin en büyük sorunu aslında. Toplumlarda normların varlığı bir gerçek olduğu gibi normlara tam olarak uyulmaması da bir gerçektir. Bireylerinin tüm normlara uyduğu, kınamadan ağır suçlara kadar hiçbir kuralsızlığın meydana gelmediği bir toplumu hayal etmek mümkün değildir. Geçen derste toplumdaki karşılığı farklı farklı olan norm çeşitlerinden söz etmiştik. Bu çeşitlilik içinde kimi normları örneğin herkes doğru olarak kabul eder ama kimse uygulamayabilir. Her toplumda insanlar, bu toplumda geçerli olan normlara çeşitli nedenlerle zaman zaman uymayabilirler. Bu olguya genel anlamda sapma adı verilir. Sapma ve uyumluluk olguları birbirinin karşıtıdır. Aslında hiçbir toplumsal sistem, bireyleri bütün normlara tamtamına uymaya zorlamaz. Her toplumsal sistem normlara uyumda bir hoşgörü ölçüsüne sahiptir. Ama burada hoşgörüden söz ederken hangi tür normdan bahsettiğimiz yine çok önemlidir.
Örneğin her nerede olursanız olun, yalan söylememek şeklinde bir norm benimsenir. Bu dinlere göre yanlıştır, ahlaksal olarak yanlıştır, aynı zamanda tabii ki hukuksal olarak da yanlıştır. Ama yalan sözkonusu olduğu zaman insanlar hemen beyaz yalanları da gündeme getirirler. Bu örnekte beyaz yalan denilerek yalana karşı ‘hoşgörü’nün geliştirildiğini kolayca görürüz. Hoşgörü düzeyi normun türüne göre değiştiği gibi, bireyin grup içerisinde yeniliğine veya eskiliğine göre değişir. Gruba yeni dâhil olan işçinin, öğrencinin veya askerin gayretkeşliği, herkesin bildiği bir olaydır. Bu gibi kişiler, grubun üyesi olduklarını kabul ettirebilmek ve grup içindeki statülerini sağlamlaştırabilmek için, gayretkeş olmalarını gerektiğine inanırlar.
Bu olgu da aşırı uyumluluktur. Bu aşırı uyumluluğu açıklayan bir diğer neden de, yeni gelenlerin ilk aşamada normların yalnızca resmî veya kurumsallaşmış tanımını bilmeleri ve bu normun uygulamadaki gerçek tanımını öğrenecek kadar grupsal deneyim yaşamamış olmalarıdır. Hoşgörü düzeyi bireyin grup içindeki mevki veya statüsüne göre de değişebilir. Örneğin, bir din adamının işlediği günah, sıradan birinsanın işlediği günahtan farklı bir biçimde değerlendirilir. Ya da tüm gözler yüksek düzeyde bir politikacının üzerinde olduğu için, bu kişi kendi partisini herhangi bir üyesinden daha kolay eleştirebilir.79 Bireylerin tüm normlara uymamalarının sapma olarak adlandırıldığını söylemiştik. Normlardan sapma farklı nedenlere dayanmaktadır.
Bunlardan biri, bireyin herhangi bir nedenle grubunun dışında veya uzağında kalması anlamındaki marjinalite olgusu, bir diğeri de, norm çatışması içinde bulunan bireyin normlardan birini uygulamak için, diğerlerine karşı çıkmak zorunda kalmasıdır. Marjinalite çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Ancak normların çiğnenmesi, genellikle normlar ve roller arasındaki çatışmadan doğar. Bireylerin sahip oldukları roller, çeşitli yön ve düzeylerde birbiriyle çatışan normlar içerebilir. Çünkü bireyler yaşantılarını sürdürürken çeşitli düzeylerde aidiyetlere sahiptirler.
Bunun sonucunda bireyin kendisi için öncelik ve önem taşıyan bir referans grubuna diğer gruplardan daha fazla ilgi duyması, bu gruplardaki statüsünü marjinal bir duruma sokabilir. Örneğin, her fabrikada, ‘işverenin her zaman haklı olduğu’, ‘disipline uyulmadığı’ gibi işveren cephesinden görüşe sahip olan işçiler vardır. İşveren ve yöneticilerle özdeşleşen bu gibi kimseler, genellikle dikey toplumsal mobilite (yani işyerinde yükselme) sürecinde bulunan işçilerdir. İşçi grubu içindeki statüleri kendileri için artık marjinal bir nitelik taşımaktadır. Yani çalışma grubu içindeki normlarla yöneticilerin normları çatışmaktadır. Üye olmak için özlem duyulan bir grubun normlarını önceden benimseme ve uygulama açısından bu mekanizma, ön sosyalleşme olarak tanımlanmaktadır.
Bazı sapma biçimleri ise, toplumun temel değerleri ile bireyin bu değerleri gerçekleştirmek için sahip olduğu araçlar arasındaki uyuşmazlık veya çatışmalardan doğmaktadır. Robert Merton sapmayı, toplumdaki kültürel amaçların ve bu amaçlara varmak için toplumca önceden saptanmış yolların kabul edilmesi olarak tanımladığı uyumla karşıt olarak ele almaktadır. Merton temel değer olarak ekonomik başarıyı vurgulayan Amerikan toplumunun, toplumsal farklılaşmanın alt tabakalarındaki hem başarısız, hem de başarı kazanma olanağından yoksun kimselere bir ümit kapısı bırakmadığını belirtir. Büyük bir çoğunluk bu çatışmayı, egemen toplumsal değerlerle içindeki bulundukları gerçek durum arasındaki karşıtlık ölçüsünde yaşamaktadır. Bu durumda herkes, üyesi bulunduğu grubun normlarına uymakta, erişilmesi olanaksız görülen temel değerler ise ideal değerler olarak algılanmaktadır. Ancak böyle bir tutum, bireyleri çoğu kez biçimci davranışlara sürükler.
Çatışmayı çok derin bir biçimde duyan bazı kimseler de, uzaktaki bu değerlere ulaşmak için yeni yollar ve buluşlar geliştirmeye çalışırlar. Çatışmadan kurtulmak isteyenler ise, hem toplumsal değerleri, hem de grup normlarını reddederek bir tür gerileme veya kaçma davranışını tercih ederler. Kaçmanın bir karşıtı olarak beliren isyan davranışında ise birey, toplumun ve grubun değer ve normlarını kabul etmediği gibi, bu değer ve normları yenileriyle değiştirerek başka bir toplumsal düzen yaratma amacını güder. Gerçekte bu mekanizmaların hepsi, bireyin kendi durumuna ve özelliklerine göre toplumla farklı bir bütünleşme içinde olabileceğini gösterir.