Kırklareli’de ailemden uzak yaşarken, genellikle araştırmalarım aile üzerine gerçekleşiyor. Aile konusundaki tanımlar farklı açılardan değerlendirilmekle birlikte geleneksel tanımlar tarih içinde evirilerek başka formatlara bürünmek durumunda kalmıştır. Çünkü geleneksel tanımıyla “kan bağına dayalı ve aynı çatı altında yaşamlarını devam ettiren” ve “üyeleri arasındaki ilişkilerin ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik bağlarla devam ettiği” bir birim özelliği taşıyan yönüyle aile; ilk yerleşiklik, tarımsal hayat ve diğer üretim tarzlarının egemen olduğu sanayileşmeyle birlikte toplumsal özelliklerde/yapılarda meydana gelen dönüşümlerle farklı bir organizasyon biçimini almıştır. Aile kendini hem aile içinde hem de toplum içinde gelenek, ahlak, din, hukuk ve yasalar ile meşru kılmaktadır. Bu meşruiyet karı-koca birlikteliğini, neslin devamını ve onayını, aile üyeleri arası ilişkileri, velayeti, mirası ve boşanmanın sonuçlarını belirler.

Bu bağlamda aile için bir evrimden bahsetmek gerekirse, kendi meşruiyetini zaman içinde geleneksel ve/ya dini düzeyden hukuk ve yasa düzeyine taşıdığı söylenebilir. Bu evrim aileyi bir varlık alanı olarak sadece sosyolojinin değil, aynı zamanda hukuk ve tarihin de konusu yapmaktadır. Böylelikle aile hukuk ve tarih bağlamında somutlaşarak sosyolojik hayatına devam etmektedir. Ailenin sosyolojik perspektifle analiz edilmesinde son dönem büyük ölçekli çalışmalarda sıkça kullanılan ve ayırt edici bir unsur olarak karşımıza çıkan hanehalkı kavramının altını çizmek gerekir. Hanehalkını, aileyi aşan ve ondan daha geniş bir birim olarak görebileceğimiz gibi, aileden bağımsız ve tümüyle yapay olarak oluşmuş bir yapı olarak da görebiliriz.

Dolayısıyla bir hanehalkında bir ya da birden fazla aile birimi bulunabileceği gibi, hiçbir aile birimi de bulunmayabilir. Bu nedenle literatürde içinde aile birimini barındıran hanehalkları için “aile hanehalkı”, içinde aile birimi barındırmayan hanehalkları için de “aile olmayan hanehalkları” terimleri kullanılmaktadır. Hanehalkı kavramı aslında istatistiksel bir kavramdır. Oysa aile sosyolojik bir kavramdır. Türkiye İstatistik Kurumu hanehalkı kavramını şöyle tanımlamaktadır: “Aralarında akrabalık bağı bulunsun ya da bulunmasın aynı konutta veya konutlarda, aynı konutun bir bölümünde yaşayan, kazanç ve masraflarını ayırmayan hane halkı hizmet ve yönetimine katılan bir ya da birden fazla kişiden oluşan topluluktur.” Aile üyeleri arasında akrabalık ilişkisi bulunurken, hane halkı üyeleri arasında her zaman akrabalık bağı olmak zorunda değildir. Akrabalık olduğunda da aileye mensubiyet söz konusu değildir. Bir şekilde aileye katılan hane halkı üyeleri sadece aile ile birlikte yaşamakta ve hanede meydana gelen etkinliklere katılmaktadırlar.

Sözgelimi çalışmak üzere köyden şehre gelen akraba veya tanıdık biri, ailenin hizmetinde çalışmak üzere görevlendirilmiş bir hizmetçi ya da ailenin kendisine bakmakla yükümlü gördüğü bir yakın akraba hane halkına dahildir, ama aileye mensup değildir.

Bu arada dersimi alan genç arkadaşlardan gelen küçük bir not/soruyu buraya aktarmak istiyorum: Aile sosyolojisi derslerimizde öğrencilerimizden zaman zaman gelen bir görüş, ailenin tanımlanmasında kan bağının belirleyiciliğinin kısıtlılık oluşturduğu şeklinde. Örneğin ailesi ile geçinemeyen ve artık görüşmeyen bir kişi, bir ev arkadaşı ile kardeşlik derecesinde bir yakınlık içinde olabilir. Bu kan bağı kardeşliğinin ötesindedir. Bu hane neden aile olarak kabul edilmesin? Üzerinde düşünülebilir.

Aile, tarihsel, kurumsal, hukuki ve sosyolojik boyutlarıyla farklı dinamikleri içinde barındırmaktadır. Ailede bireyler arası ilişkiler, ailenin demografik yapısı, değerler sistemi, bireylerin dünya ile uyumu, mekân ve zaman boyutunda farklılaşmaktadır. Bu farklılaşmanın temelinde Türkiye’nin siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal yapısında meydana gelen değişimler önemli rol oynamaktadır.

Türkiye’de de geniş ailenin çekirdek aileye nasıl dönüştüğü tartışması çalışmalarda karşımıza çıkmaktadır. Bu konuyu örneklerle bir sonraki derste açacağız. Aktaş’ın da dediği gibi aile yapısında meydana gelen değişmeler, geçişler, farklılık ve dönüşümler 1950’li yıllarda başlayan yoğun göç ve kentleşmeyle paralel bir seyir izlemiştir. Gecekondulaşma, kente göç etmiş ailelerin uyum süreçleri, tampon mekanizmaların oluşması, kadın erkek rollerinde farklılaşmalar, aile üyeleri arasındaki ilişkilerin niteliği gibi konularda örnekler içeren değişim süreci sosyolojik, hukuki ve kültürel boyutta birçok kırılmaya ve çeşitlenmeye ve de çözüme neden olmuştur.

Bu bağlamda ailenin değişim çizgisine etki eden faktörlerin başında geleneksel tarım toplumundan kentteki sektörlere dayalı üretim tarzına geçiş, bu süreçte devreye giren yeni dayanışma ilişkileri de araştırma konusu olmuştur.