Eğitim hayatım boyunca ve sonrasında da Kırklareli’de insanlara anlatmakta zorlandığım ilk şey bölümümdü. İnsanlar genel olarak sosyolojiyi, psikoloji ile aynı görüyor ama öyle değil. Sosyoloji 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da modernleşme sürecinin bir sonucu ve bu sürecin başarılı bir şekilde tamamlanması için ortaya çıkmıştır.
Batı’da sanayi devrimiyle birlikte toplumun karşı karşıya kaldığı göç, kentleşme, suç, çatışma, toplumsal hareketler gibi olaylar sosyolojinin şekillenmesini sağlamıştır. Avrupa’da ortaya çıktığı ve kurumsallaşmaya başladığı andan itibaren Jön Türk Aydınlarının ilgisini çekmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, ekonomik yönden ard arda gelen savaşlar ve isyanlar sebebiyle ilerleyememiş ve Avrupa Devletleri karşısında gelişme kaydedememiştir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde karşılaştığı sorunlar ve bu sorunlara çözüm bulmak istemeleriyle birlikte Sosyoloji Batı’dan sonra 20.inci yüzyılın başında Avrupa’da ortaya çıkan sosyolojik çalışmalar Türkiye’ye yansıyor. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemin de devletin içinde bulunduğu durumdan kurtulmasına aracılık etmesi beklenen sosyoloji, yeni bir devletin kuruluşunda da önemli bir misyon yüklenmiştir.
Sosyolojinin Türkiye’ye girişi geleneksel toplumdan modern topluma geçiş sürecinde yeni bürokratik, askeri ve aydın çevrelerde köklü zihinsel dönüşümlerin oluştuğu yoğun felsefi, hukuki ve dini tartışmaların yapıldığı bir döneme rastlamaktadır.
Kendi toplumu içerisinde sorunlar yaşayan Türk toplumu, çözümü kendi geleneği dışında yani Batı’nın toplumsal geleneğinde aramıştır. Türkiye’de sosyolojisinin ortaya çıkışında en temel faktör” Batılılaşmadır.”
Sosyoloji, Osmanlı aydını için batılılaşmanın nasıl olacağının, iktisadi kalkınmanın nasıl sağlanacağının ve modern topluma nasıl geçileceğinin yollarını öğreten bir bilim olarak görülmüştür. Batı’nın bu üstünlüğü karşısında bazı Osmanlı devlet adamları, Avrupa ülkeleriyle ilişkiler kurarak onların sözü edilen alanlardaki gelişmelerinin takip edilmesi ve yenilik hareketlerinin yapılmasına karar vermişlerdir.
Türkiye sosyolojinin amacı; Osmanlı’yı kurtarmak ve Türk toplumunu inşa etmektir. Kalkınma ve yeni koşullarda varlığını nasıl devam ettireceği meseleleri üzerinde yoğun bir uğraş veren Osmanlı’da sosyolojinin ilgi görmesi de bundan kaynaklıdır. İmparatorluğunu ayakta tutabilmek için Osmanlı devleti sosyolojiye” kurtarıcılık” misyonunu yükledi.
Türkiye’nin sosyolojiyle tanıştığı ve disiplin olarak geliştiği dönemler aynı zaman da Osmanlı toplumunun kendisini ve kimliğini aradığı dönemlerdir. Batı toplum olarak yüzümüzü çevirdiğimiz taklit ve aktarma yöntemiyle rol model alınan bir gelenektir.
Yeni bir devletin oluşumunda bir yandan sosyolojiye kurtarıcılık ve kuruculuk misyonu yüklemek diğer taraftan da Batıcılığı da bir devlet ve toplum olarak benimsemek ve Osmanlı aydınlarının bir batılı sosyoloğun düşüncelerini takip etmesi batılılaşmanın göstergelerindendir. Türkiye’de sosyolojinin öncüleri Ziya Gökalp ve Prens Sabahattin’dir. Ziya Gökalp’in sosyolojik düşünceleri Cumhuriyet’in sosyolojik temellerini oluşturmuştur.
Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleri ile Batı’dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaştırma çabası vardır. Türkiye’de Ziya Gökalp Durkheım ekolünü , Prens Sabahattin de Le Play ekolünü tanıtmıştır.
Ziya Gökalp 1914 yılında İstanbul Üniversitesinde sosyoloji derslerinin başlamasında öncülük etmiştir. Mehmet Şevki Le play sosyolojisinin Siyasal Bilgiler Fakültesine girmesine öncülük etmiştir. Cumhuriyet döneminde sosyolojinin tanıtılmasında katkıları olan Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Nurettin Şazi Kösemihal’ in çalışmaları da temel oluşturmuştur.
Türkiye’de Sosyoloji bu denli önemli bir işlev görmesine rağmen, toplumumuzun sorunlarına yeterli düzeyde cevap bulamamış taklit ve aktarma yoluyla Batı sosyolojisine eklemlenme çabasından dolayı özgün bir sosyoloji anlayışı ve geleneğini oluşturamamıştır.
Her ne kadar özgün ve yerli düşünceleri içermiş olsa da toplumumuzun yapısında bulunan temel problemlerine yönelik sosyoloji geliştirilememiştir. Toplumun problemlerini yeterli düzeyde çözememiş ve çözümleyememiştir. Her alanda yapılan batılılaşma çabası geleneğimizle olan bağın kopmasını ve batı bilim tarihini kendi tarihimiz olarak benimsememizi beraberinde getirmiştir.