Kırklareli’de sosyoloji araştırmalarımı genelde aile üzerine gerçekleştiriyorum. 930-2002 yılları arasında yaşayan P. Bourdieu zamanımızda çok sık başvurulan bir sosyologdur. Aile konusundaki görüşlerine baktığımızda, ailenin toplumda bireyi (her anlamda etkileme) imkanının üzerinde durmasıyla açılanabilir. Sosyal sermaye kavramı üzerinde önemli durduğu bir konudur.

Terim, son yıllarda moda olmasına karşın, aslında klasik sosyolojik düşüncenin iki akımının merkezinde yer almaktadır. Emile Durkheim, tüm yazılarında, sosyal kontrol, bağlantılılık, normatif konsensüs ile nitelenen ve üyelerinin refahını sağlayan uyumlu bir sosyal sistemi gözlemlemiştir. Durkheim, sosyal yaşamın kendi içinde, bireysel düzeyde unsurlarına indirgenemeyeceğini tartışmaktadır. Alexis de Tocqueville sosyal toplulukların ortak yarara bağlı ve sivil katılımı sağlayan bir değer yaratarak sosyal yaşam döngüsü oluşturduğunu kabul eder. Aile de sosyal bir kurum olarak bireyin sosyal yaşama katılımına etki eder.

Bourdieu, aileyi, bireylerinin basit bir toplamı olarak değil, kollektif bir özne olarak görmektedir. Aile, çıkarların bir dayanışmasıdır. Aile, ekonomik, kültürel ve sembolik ayrıcalıkları da toplar. Bu ayrıcalıkların aile tarafından etkili olarak nasıl kullanılacağı (çocuklarını hangi okula göndereceği, ev seçimi kararının nasıl verileceği vb.) sahip oldukları sosyal sermaye miktarını yansıtır. Bourdieu'ya göre, ailenin sosyal sermaye sahipliği, kültürel sermayeyi harekete geçirebilmeleri için önemlidir ve sonuçta bu aile üyesinin başarısını etkiler.

Bourdieu bilindiği gibi 3 temel sermaye tipi olduğunu savunur: Ekonomik, toplumsal ve kültürel. Bunlardan birincisi, ekonomik kaynaklara egemendir, ikincisi ilişkilere egemendir, üçüncüsü de kültürel sermayedir. Bourdieu, ebeveynin çocuklarına kültürel sermaye verdiklerini kanıtlamaya çalışır. O, sınıflar arasında zevklerin, neyin güzel ya da değerli olduğuna dair kararların nasıl değiştiğini ve seçkinlerin nasıl kendilerini popüler zevkten uzaklaştırmakta olduklarını çok ayrıntılı olarak çözümlemiştir. Ama en büyük ilgisi kültürel sermayenin nasıl eğitimsel anlamda yararlara dönüştüğü ile ilgilidir. Ayrıcalıklı ailelerden gelenler eğitim sistemini, içinde başarılı olabilecekleri rahat ve alışık oldukları bir yer haline getiren tavır alış ve bilgilere, özellikle kültürel bilgilere sahiptirler. Bu nedenle bireyin başarısında aileden getirdikleri, daha baştan eşitsiz bir başlangıç oluşturur.

1925-2017 yılları arasında yaşayan Bauman modernitenin dönüşümü meselesi ilgili çalışır. Çağdaş toplumsal hayatın karmaşıklığını derin bir şekilde çözümlemek ister. Toplumu düzenleyen projelerin hiçbir zaman nihai olmadığını kanıtlayan konulara eğilir.

Zaman içinde Bauman “postmodern” teriminin sorunlu olduğunu düşünür. Akışkan modernite terimine geçerek çağdaş toplum içindeki ilişkilerde, kimliklerde ve küreselekonomideki hareketlilik ve değişimlerde bu kavramın daha iyi tanımladığını ifade eder. Yani Bauman, katı moderniteden daha akışkan bir sosyal yaşam biçimine geçildiğini düşünmeye başlar. Günümüzün karmaşık koşullarını anlamak ve onlara tepki gösterebilmek için modern kurumlar ve onlarla bağlantılı süreçler ve sonuçlar hakkında farklı bir şekilde düşünmek gerekmektedir. Bauman’a göre günümüz koşullarında risk ve tehditlerin yanı sıra fırsatlar da mevcuttur. Akışkan aşk kavramı da kırılganlık, geçici olma, risk, güven ve güvende olmama durumlarının özel hayatlar, aşk, aile için de geçerli olduğunu açıklamaktadır. Akışkan Aşk adlı kitabından kısa bir bölüm okuyalım: “Aile yapıları günümüzde kırılgan olduğundan, bir ailenin yaşam umudu üyelerinin herhangi birininkinden daha az olduğundan, özel bir ailevi soya mensup olmak, modern akışkan çağın “karar verilemez”lerinden birine hızla dönüştüğünden ve çok sayıda akrabalık ağlarından herhangi birine mensubiyet gitgide daha çok sayıda kişi için yeni bir tercih/cayılabilir bir tercih sorununa dönüştüğünden, bir çocuk her zaman için daha kalıcı bir şeye doğru “bir köprü” olabilir. Ama bu köprünün götürdüğü sahil, dağılıp dağılmayacağını kimsenin bilmediği bir sisle kaplıdır.

Duygu uyandırma ya da eyleme geçme şansı/ihtimali düşüktür. Bir rüzgâr çıkıp da sisi dağıttığında, kimse nasıl bir sahilin ortaya çıkacağını, üzerinde sabit bir konutun kurulabileceği kadar sağlam bir kara parçasının ortaya çıkıp çıkmayacağını bilemez. Hiçbir yere götürmeyen ya da özel olarak herhangi bir yere götürmeyen köprüler: Kimin buna ihtiyacı var? Hangi amaçla? Bunları tasarlayıp inşa etmek için zaman ve para harcamayı kim kabul eder?”