Kırklareli gibi şehirlerin büyüme aşamasında projelerle değerlendirilmesi gerekiyor. Gerek Baltimore Limanı gerekse Londra Limanı Kentsel Dönüşüm projeleri uygulamalarındaki yaklaşımlar ve uygulama araçları arasındaki benzerlikler dikkat çekicidir. Her iki projede yeni sağın tahayyül ettiği kent ve kentsel dönüşüm modeline dair ipuçları vermektedir. Bilindiği gibi 1980 sonrası dönem Amerika’da ve İngiltere’de yeni sağın iktidara geldiği ve sosyal demokrat mutabakatın piyasanın başarısızlığı tezine karşı devlet müdahalesinin yokluğunu yücelterek, piyasa merkezli politikaları ve deregülasyonu başlattıkları bir dönemdir. 1980lerde örneğin piyasalaştırma ve deregülasyon çerçevesinde geliştirilen önemli kentsel politika araçları girişim bölgeleri ya da kentsel gelişme şirketleri ve gayrimenkul geliştirme eksenli kentsel dönüşüm projeleridir.

Bu kentsel politika araçlarında devlet müdahalesinin varlığını koruduğu, her ne kadar projeler piyasa güdümlü risk almaya dayalı bir piyasa ve girişimci faaliyeti olarak ifade edilse de kamunun bu sürecin kaçınılmaz öncü aktörü olduğu görülmektedir. Projeler sıklıkla devlet tarafından finanse edilmekte, merkezi yönetim fonları devreye sokulmaktadır. Riskler devlet tarafından alınmaktadır, sınırlı durumda özel sektörle paylaşılmaktadır, ancak projelerin spekülatif ve gayrimenkul geliştirmeye dayalı yapısı nedeniyle mutlaka bir risk oluşmaktadır. Bu nedenle de maliyet ve risklerin sosyalleşmesi, faydanın özelleşmesi bu türden projelerin ana niteliği olmaktadır.

Her iki projede kentsel alanda yüksek oranda rant yaratmayı veya vergi tabanını en çoğa çıkarmayı hedeflemiş gözükmektedir. Esasen 1980 sonrasındaki tüm kentsel dönüşüm modellerinde “arazinin en iyi ve en yüksek oranda kullanımını” öneren tasarımlarla rant makasının en çoğa çıkarılması söz konusudur. Böylece 1980 öncesinde kolektif tüketimin mekanı olan kentin 1980 sonrasında değişim değeri öne çıkmakta ve kamusal mekanların özelleşmesi süreci başlamaktadır. Yine vergi tabanını genişletme hedefi de kentsel alanın yeni orta sınıfın, küresel ve yerel kentli elitin tercihleri doğrultusunda kentsel mekanın düzenlenmesini getirmektedir.

Her iki projede küresel rekabette yeni konumlanma sağlamayı, insan ve sermayeyi ülkeye çekmeyi ve böylece ekonomik büyümeyi hedeflenmekte ve projelerin dalga dalga daha az varlıklıların yararlanacağı (trickle down) sonuçları doğurarak dengeli bir sosyal yapı kuracağı öngörülmekteydi. Yani kentsel gelişme projelerinin sosyal dışlanmayı önlemenin bir enstrümanı olarak sunulması sözkonusudur. Ancak daha az varlıklıların bu projelerden yararlanamadığını, Baltimore’da beyaz olmayan bir mahalle olan Sandtown- Winchester’da ya da Londra’da Tower Hamlet’te yaşanan derin yoksulluk bunu teyit etmektedir. Üretilen işler yöre halkının kültürel sermayelerine, mekanlar da kültürel ve sosyal sermayelerine uygun değildir. Her iki proje de ‘yer’ odaklıdır, o yerde yaşayanları hedeflememektedir.

Swyngedouw daha az varlıklıların yararlanacağına dair varsayımın gelirin yeniden dağıtımının ya da düzenleyici standartların olmadığı durumda işlemeyeceğini ifade etmektedir. Bu türden projeler devlet eliyle soylulaşma üretmekte ve mekansal-sosyal ayrışma ve kutuplaşmayı artırmaktadır. Bu türden projeler güçlü iktidar mücadelelerini ve ekonomik-politik-kültürel aktörlerin pozisyon alışlarını yansıtmaktadır.

Kentli elitlerle yönetimler arasında kurulan yakın ve enformel ilişkilerle en güçlünün beklentilerine uygun bir kentsel gelecek biçimlenmektedir. Örneğin ABD- Baltimore’da Ülkede Rouse şirketi öncü emlak geliştirici olduğundan yapılan kentsel dönüşüm Rouse-ification olarak adlandırılmaktadır. Elit koalisyonu zamandan zamana ve yere göre değişirken, elit dairelerinde yer almak ya da dışlanmak mücadelesi belirleyici olmaktadır.

Projelerle yeni bir yönetişim modeli de gündeme gelirken, kurumsal parçalanma ve kurumlar arası ihtilaf sıkça yaşanmaktadır. Projeler büyük ölçekli olduklarından birçok merkezi ve yerel kurumu içermektedir. Her iki projede de merkezi yönetim yerel idareler bypass edilmiş ve merkezi yönetimce atanmış Geliştirme Şirketleri kurulmuştur. Yarı özel ve bir hayli özerk bu yapılar yerel ve merkezi formel kurumların o alandaki birçok yetkisini askıya alarak üstlenmiş, Londra Limanı Geliştirme Şirketi ve Ulaştırma Bakanlığı arasında yaşanan itilaf, merkezi yönetimle- yerel yönetim arasında da yaşanmıştır.

Her iki projede de tepeden inme, merkeziyetçi ve yerel halkın sürece katılımı, bilgilenmesi, süreçten etkilenenlerin formel katılımını sağlayıcı mekanizma ve düzenlemeler yapılmamıştır. Yerel halkın tepkisini önlemek amacıyla örneğin Londra Limanı Geliştirme Şirketi toplantıları halka kapalı yapılmıştır. Projeleri yapmak üzere seçilen mimar-plancı gibi teknik profesyonellerle sınırlı bir katılımdan bahsedilebileceği görülmekle birlikte, bazı hallerde tasarımlara profesyonellerin mekana ilişkin tahayyülleri kısmen eklemlenebilmektedir.