Kırklareli’de üniversite okurken edindiğim ilk şey perspektif konusuydu. Farklı bir açıdan bakabilmek, herkese ne yazık ki nasip olmuyor. Sosyal olayları ya da olguları hiçbir zaman için tek bir bakış açısına indirgemek mümkün olmamıştır. Ne sosyolojiyi kati bir şekilde bilim olarak kabul etmeye çalışanlar ne onu tamamen sosyal teori boyutu ile felsefi bir aktivite olarak ele alanlar. Her iki uç görüş de tam olarak kabul görmemiş fakat her ikisinden de düşünce tarihi boyunca yararlanılmıştır. Bu kitap boyunca boş zamanın, serbest zamanın ve rekreasyonun ele alınmasında da tek bir yoldan gitmemeye çalışacağız. Bu hem sosyolojinin kendi içerisindeki çift yollu gidişatı hem de sosyal olguların tarih ve kültür ile birlikte yoğrularak değerlendirilmesi yolu anlamında, her ikisi için de geçerli bir yol olacaktır.
Zaman zaman sosyal bilimler, gündelik hayatın, her gün bir döngü içerisinde yaşadığımız, bazen temposu artan, bazen azalan, ister kentte isterse kırda olsun, (ki birbirine üstünlüğü olmaması açısından kent ile sınırlı kalmamak gerekir), fazlaca dışına çıkarak, ilgiyi cezb etmekte sorunlar yaşamaktadırlar. Benim meselem olmayan bir şeyin, dünyanın meselesiymiş gibi anlatılması ve aktarılması, bu anlamda kişinin ve bilimin bir kopuşunu beraberinde getirmekte, bunun da hiç de arzu edilmeyen sonuçları doğmaktadır. Felsefeciler, sosyoloji kuramcıları, üst bir perdeden ya da başka bir dünyadan bahseden kişiler olarak görülmekte, gerek felsefe gerekse sosyoloji, işi olmayan kişilerin kendi kendilerine can sıkıntısından ürettikleri düşünce ve vesveseler gibi gözükme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu anlamda kendi günlük yaşamımızın içinde düşündüğümüz bir soru olan boş vaktin ya da serbest zamanın kullanımı, kültür ile birlikte düşünüldüğü zaman daha büyük bir önem arz etmektedir. Buna bir örnek olarak; tarihsel bakış açısıyla baktığımız zaman Osmanlı’nın iş hayatından ziyade boş zaman hayatı bizlere daha çok geçmiş ve hatta günümüzde Karagöz oyunu, ortaoyunu, meddahlık gibi geleneklerle daha çok hatırlanmaktadır.
Buradan da görülebileceği gibi toplumların boş zamanlarını nasıl değerlendirdikleri, kendilerini iş hayatının dışında nasıl yeniledikleri oldukça önemlidir. Boş zaman ya da serbest zaman üzerine bir teori oluşturmak için, onu çok yönlü olarak ele almak gerekir. Kelime anlamıyla teori Antik Yunanca logistion kökünden gelir.
Günümüzde dilimize “loji” eki alarak geçmiştir. Psikoloji, jeoloji, kardiyoloji kavramlarındaki “loji” eki, kuşatmak anlamına gelmektedir. Örneğin; kardiyoloji kalbi kuşatan, onu anlamlandıran görüşler bütünüdür. Uç bir örnek ve günümüzde müspet tıbbi bir terim olarak algılanan gastreontolojide dahi onun “loji” olarak adlandırılması zorunlu olarak bilim olduğu anlamına gelmez.
Gastreontoloji bir bilimdir, ancak sonundaki “loji” ekinden dolayı sindirim sistemini ilgilendiren her şey onun konusu olabilir. Müspet bilimlerde birbirleriyle çelişen teoriler olmadığı düşünülse de asıl müspet bilimlerin kaynağı hem çelişen teoriler hem de nedensellik ilkesiyle açıklanamayan durumlardır. Örneğin; midenin üçte biri havadır. Bunun niye böyle olduğu günümüz tıp bilgisiyle bilinmemektedir. Biz bunun önemini, midesinde hiç hava olmayan vakalar ile karşılaştığımız zaman anlamaktayız.
Burada asıl anlatmak istediğimiz, özellikle tıp bilimlerine nazaran, bilinmezlerin daha sık yaşandığı sosyal bilimler söz konusu olduğunda, bir bilim bir konu ile ilgilenirken, mutlak surette onun hakkında teori geliştirmek zorunda değildir. Durumu analiz etmek, analizler hakkında düşünmek ya da sadece fotoğrafı çekmek bile zaman zaman yeterlidir. İlla ki, konu ile ilgili bir sebep-sonuç bağı kurmak ya da kültürel-tarihsel bir bağ kurmak zorunda değildir. Tabi ki her zaman için o konuyu kuşatmak, bir logistikon oluşturmak mümkün olmayabilir. Özellikle sosyoloji gibi konusu insan olan ilimlerde, zorunlu bir sebep-sonuç bağı vardır diyemeyiz. Burada bilinmesi gereken başka bir mesele de sosyolojide bir bilim adamının, filozofun, tarihçinin, hepsinin aynı anda ya da birkaçının bir anda ya da biri ile teori geliştirmek, bir konuyu kuşatmak mümkündür. Bu da şu demektir, eğer elimizde bir sonuç var ise o sonuçlar üzerine farklı sosyologlar, farklı sebep-sonuç ilişkileri ve teorileri geliştirebilir ve bu ilişkiler ne zorunlu olarak birbirinin karşıtı ne de destekleyicisi olmayabilir.
Bu anlamda belirli bir konu üzerine sosyolojik perspektif geliştirmek son derece zordur. Psikolojinin belirli kalıpları varken, tarih belirli çalışma yöntemlerini uygularken, sosyoloji hepsinden faydalanmak durumunda ve bunlardan herhangi bir tanesi değiştiğinde ya da denklemi oluşturan ögeler zaman içerisinde değiştiğinde, sosyolojik perspektif de pek çok sosyal ve müspet bilimin aksine değişir.