Kırklareli de gittikçe küresel düzenin içine katılıyor. Stiglitz’e göre küreselleşme, dünyanın daha çok bütünleşmesidir. Küreselleşmeyle ülkeler, ortak sorunlarının çözümünde daha fazla birlikte hareket etme ihtiyacı duyarlar. Günümüzde ticaret, göç, uluslararası suç ve çevre sorunları gibi çok sayıda küresel sorun mevcuttur. Ulus devletler zayıflarken bu sorunların çözümünde katkı sağlayacak küresel demokratik kurumlara ihtiyaç vardır. Sonuçta ekonomik küreselleşme politik küreselleşmeyi geride bırakmıştır. Ekonomik küreselleşme demek, küresel bir ekonomi olarak, ülkelerin birbirlerine daha bütünleşmiş ve bağımlı olmaları demektir.
Daha fazla bağımlılık ve entegrasyon da daha fazla işbirliği demektir. Ona göre bugün kaotik bir dünyada yaşıyoruz. Ortada son derece ciddi küresel sorunlar var, ancak bunlarla başa çıkabilecek küresel bir yönetim yok. Örneğin IMF’de maliye bakanları aldıkları kararların çevreye verecekleri zararları dikkate almaksızın, mali meseleleri tartışıyorlar.
Çevre bakanları küresel ısınma sorunlarını görüşmek için toplanabilirler; ancak ortada onu finanse edecek kaynakları yok. Stiglitz, ekonomik küreselleşmenin yarattığı zorluklarla başa çıkabilmek için güçlü bir uluslararası kuruluşa ihtiyaç olduğuna vurgu yapıyor. Ancak bu kurumsal yapı henüz teşekkül etmiş değil. Mevcutlar da demokratik karar süreçlerinden uzak, zayıf kuruluşlar. IMF gibi küreselleşme sürecinde etkili olan kurumlar bugün kapalı kapılar arkasında adaletten uzak kararlar almaktadırlar. Küreselleşme sürecinde işleri daha kötü hâle getirmekteler. Dolayısıyla dünyada küreselleşmeye artan tepkilerin ve huzursuzların temelinde büyük ölçüde adaletsiz işleyen politikalar vardır.
Stiglitz’e göre artık küreselleşme karşıtı ya da taraftarı olmayı tartışmanın büyük ölçüde anlamı kalmamıştır. Küreselleşmenin olumlu potansiyelini anlamış bulunuyoruz. Aralarında Çin, Hindistan’ın da bulunduğu Asya’da insanlar küresel ekonomiyle bütünleştiler. Geçmişte, sömürgecilikten, savaşlardan ve iç çatışmalardan büyük huzursuzluklar yaşayan bu ülkeler, eşi benzeri görülmemiş şekilde büyümektedirler. Bu tarihi bir olaydır. Batı en başarılı olduğu yıllarda bile büyüme oranı nadiren yüzde 3’ü geçmiştir.
Oysa Çin’in son 30 yıldaki büyüme ortalaması bunun üç katıdır. Bu başarı belli ölçüde küreselleşme sürecinden kaynaklanmaktadır. Ancak küreselleşmenin karanlık bir yanı da var. Onlar da küresel istikrarsızlıkların getirdiği, durgunluk, bunalım, küresel kurallar teşekkül etmeksizin küresel ekonomik büyüme uğruna çevrenin tahribatı, ödeyebileceğinden daha fazla borç altına giren Afrika’nın doğal kaynaklarından yoksun kalması. Bugün gelişmiş ülkeler bile küreselleşmeyi sorgulamaktadırlar. Çünkü küreselleşmeyle beraber ekonomik güvensizlik ve eşitsizlik artmıştır.
Büyümeye rağmen, insanların çoğunun hayatı kötüleşebilmektedir. Sızıntı ekonomisinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Yani ekonomik büyümeye adil bir gelir dağılımı eşlik etmediğinde, her zaman geniş kitlelerin refahı artmamaktadır. Bazıları bunun küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olduğunu söyleseler de kusurlarıyla birlikte olduğu gibi kabul edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ancak insanların çoğunluğu küreselleşmeden faydalanamazlar ise, aptal yerine konulduğunu düşünen kitleler doğal olarak tepki göstereceklerdir.
“Dünya Sosyal Formu”nun ve anti-küreselci hareketlerin bu kadar büyümesinin sebebi de büyük ölçüde küreselleşmenin mevcut işleyiş mantığıdır. Amerika’da başlayan “Wall Street’i İşgal Et” hareketi dünyanın farklı ülkelerindeki toplumsal hareketlerle iş birliği kurmak yoluna gittiğini vurgulayan Stiglitz bu hareketlerin bazı ortak noktaları olduğunu ifade ediyor. O da sadece bir şeylerin yanlış gittiği değil, aynı zamanda farklı bir dünyanın mümkün olduğu inancı. Sık sık tekrarladığı şekilde burada sorun küreselleşmenin iyi ya da kötü olmasından kaynaklanmıyor.
Sorunun kaynağı, küreselleşmenin belirli çıkar gruplarının menfaatleri doğrultusunda yönetilmesidir. Dünya ekonomilerinin bütünleşmesi, sadece çıkar gruplarının istekleri doğrultusunda yoksulluğu artıracak şekilde de kullanılabilir, geniş kitlelerin refahını artırmak için de. Benzer durum piyasa ekonomileri için de söz konusudur. “Piyasaların gücü muazzam olsa da piyasanın doğasında ahlaki bir kimlik yoktur” diyor.
Dolayısıyla bizim piyasaları nasıl yönettiğimiz çok daha belirleyicidir. Nitekim son iki yüzyılda, piyasalar yaşam koşullarının iyileştirilmesinde hayati bir rol oynamışlardır. Piyasa taraftarlarının itirazlarına rağmen, insanlığın gerçekleştirdiği sosyoekonomik gelişmede devletlerin rollerine de özel bir önem vermektedir. Küreselleşme ile ilgili bazı problemlerin kaçınılmaz olduğunu kabul eden Stiglitz, onlarla başa çıkmayı öğrenmek zorundayız diyor. Bazı ekonomik teorilerin ortaya koyduğu şekilde, küreselleşmenin, gelişmiş ülkelerde ekonomik eşitsizliğe yol açacağı iddia edilmektedir.