Kırklareli, standartta aileden çok öğrencilerin barındığı bir yer gibi geliyor burasıyla yeni tanışana. Zaten aile kavramı da sürekli değişiyor. Hane, Farsça kökenli bir kelimedir. Ev, ikametgâh, aile anlamlarına gelen hane, aynı zamanda hukuki ve mali bir birimdir. Geniş aile-çekirdek aile kategorileştirmesi bağlamında Ortaylı da Osmanlı toplumunda bir ‘hane kaç kişiden oluşmaktadır?’ sorusunun karşılığını arar kitabında. Şöyle anlatmaktadır: Hane büyülüğü konusunda, mutabakata varılmış kesin bir sayı yoktur. Ömer Lütfü Barkan hane büyüklüğünü 5 kişi olarak kabul etmiştir. Bernard Lewis bu sayıyı 5-8 olarak belirler.

Halil İnalcık, hane büyüklüğünü XV. yüzyıl sonlarında Bursa’da 9, İstanbul’da 3-4 olarak hesaplamaktadır. Nüfus sayımının olmadığı bu dönemlerde nüfus üzerine ancak tahminler yapılabiliyor. Tahminlerin kaynağı tahrir defterleri denilen vergi mükellefi olan erkek nüfusun kaydedildiği defterlerden, bir hanede kaç kuşağın yaşadığının ortalama-yaklaşık bir rakamını tespit etmeye dayanır.

Geleneksel hayatın sürdüğü şehir ve köylerde çekirdek aile, hayatın sürdürülmesi için uygun bir aile tipi değildir. Ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarının hazırlanması, kırsal alandaki iş bölümü, ailenin güvenliğinin sağlanması bakımından üç kuşağın bir arada barınması gerekir. Genellikle hane haklarının ikamet ettiği bina tipleri de birkaç kuşağı barındırmaya müsaittir. Avlu etrafında yer alan odalar veya küçük binalarda geniş aile bireyleri yaşar.

Çocukların eğitimi yaşlı kuşaklar tarafından yerine getirilir. Tüketime yönelik malzeme, yiyecek, giyecek birlikte üretilir. Hane, sosyal bir ünite olan mahalle ile organik bir bağ içindedir. İstanbul, İzmir, Selanik gibi büyük liman şehirlerinde bu yapı daha değişikti. Hele XIX. yüzyıla gelindiğinde bu merkezlerde çekirdek aile daha yaygındı. Nüfus doğumla artmıyordu. İstanbul, nüfusu 93 Harbi denilen 1877-78 Osmanlı Rus savaşında kaybedilen Tuna boyundan göç edenler ve ardından Balkan muhaceretiyle nüfus kazanmıştır. Anadolu’dan kayda değer bir göç yoktur.

Bu noktada Osmanlı toplumsal yapısında karşımıza çıkan “millet sistemi”ni ele almak gerekmektedir. Çünkü Müslim ve gayrimüslim gruplar arasında önemli yaşam farkı ve aile yapısında akrabalık ilişkilerinde derin ayrılıklar olduğu konusundaki yaygın kanaat önemlidir. Millet sistemi farklı dinden insanların evlilik ve akrabalık kurarak kaynaşmasına engeldir. Her halk kendi kampında yaşamıştır. Ama kültürel etkileşim ve hayatın temel kurumlarındaki ortaklık şaşılacak derecede yüksektir. Osmanlı toplumunda gayrimüslimlerin bazı vergi mükellefiyetleri vardır.

Değişik din mensuplarının ayrı kıyafet giymeleri de bu tip mükellefiyetlerdendir. Kılık kıyafet, ayrı mahallede oturma gibi zorunlulukları gayrimüslim gruplar da benimsemişlerdir. Onlar için de Müslümanlarla karışmama, dinini ve ananesini bu yolla devam ettirme gibi bir istek söz konusudur. Millet gerçekten de dini bir aidiyeti ifade etmektedir. Osmanlı düzeninde birey doğduğu millet kompartımanının içinde Osmanlı cemaatinin ruhani, mali, idari otoritesine bağlı olarak yaşardı. Millete mensup olan kimse için bu aidiyet fertlere, aile, sülale ve cemaat içinde bir güvenlik verirdi. Kendi toplumsal grubu içinde kendi ananesi ve babadan erkek evlada geçen sözlü kültürü içinde yaşardı. Cemaat dışı evlilik hoş görülmezdi. XIX. yüzyıla dek pek az olmuştu. Bir Rum ile Ermenin evliliği bile gerilime neden olurdu. Ferdin doğumu, evliliği gibi ölümü, mirasın paylaşılması da cemaatin denetiminde ve cemaatin hukukuna göre biçimlenirdi. Ailenin korunması, parçalanmaması için tedbirlerin alınması da en çok dikkat edilen konuydu.

Osmanlı ailesi mahallede yaşardı. Kapalı bir cemaatin yerleşme alanı olarak kendini gösterir. Mahallede, iklim ve coğrafi özelliklere göre biçimlenen bir fiziki doku vardır. Ancak asıl önemlisi mahallenin bir toplumsal ve kültürel birim olmasıdır. Mahalleler birbirini tanıyan ve birbirine kefil olan hanelerden oluşur. Bir sülale veya aşiretin mensuplarından da oluşabilir. Mahalle veya köy halkının birbirlerine yabancılaşmış sosyal veya hukuki yönden bağımsız hanelerden oluşmasını önler. Mahalle tıpkı aile gibi bir birimdir.

Birey mahallesinin de bir üyesidir. Şehirlerde mahalleler, klasik dönemden itibaren Osmanlı idaresinin en alt idari birimleridir. Geleneksel Osmanlı şehirlerinde mahalle; henüz sınıf ve statü farklarının biçimlendirmediği bir fiziki mekandır. Bir paşanın konağının karşısında bir ‘evkaf katibinin’ aşı boyalı küçük evi bulunabilir. Bu insanlar her gün karşılaşırlar, her şeye rağmen muhatap olurlar. XVIII. yüzyıl hatta XIX. yüzyıl başlarında büyük şehirlerde ve mahallelerde toplumsal sınıflanmaya göre biçimlenmiş belirgin bir mekân farklılaşması yoktur. XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar mahallerde yönetici imamlardı. İmam padişah beratı ile tayin edilmekte olup, mülki ve beledi bir amir olan kadının mahalle düzeyindeki temsilcilerindendi.