Kırklareli’de arkadaşlarımla ne zaman toplansak, ekonomi konusunu konuşur hale geldik. Gerek buradaki marketlerin fiyat etiketleri gerekse de ülkenin durumu… Köşe yazısı için konu ararken aslında ekonominin bir politikası olduğunu hatırladım. Sizler de bunu anlatmak isterim. Merkantalizme göre bir millettin refahı anaparanın miktarına bağlıdır ve küresel ticaret hacmi değişmez. Ekonomik servet veya anapara devletin elinde tuttuğu, altın, gümüş miktarı veya ticari değer ile temsil edilir.

15.yy İspanya ve Portekiz’in öncülük ettiği coğrafi keşiflerin ardından gelen sömürgecilik, ticaret hacmini gerçek anlamda genişletmiş; Fransa ve İngiltere gibi ülkelerinde bu sürece dahil olması ile ticari kapitalim doğmuştur. Bu nedenle kapitalizm ilk aşaması olan ticari kapitalizm, sömürgecilikle iç içe geçmiş ticari faaliyetler çerçevesinde işleyen bir ekonomik süreçtir.

Merkantalizm’in temel hedefi, sömürgecilikle gelen ticari kâr ve zenginleşmenin devamı için gerekli olan koşulların sağlanmasıdır.

Devletin gücü, uzun savaşlara dayanabilmesi, yeni ülkeler fethedebilmesi ve sömürgelere sahip olmayı halkın refahı ise bağlı olduğu devletin gücü ve zenginliğiyle ölçülmektedir bu nedenle uyruklarının zenginliği ve refahını sağlayacak tek örgütlenme biçimi olarak görülen devletler kutsanır.

Merkantalizm, uluslararası ticaretin doğası gereği sıfır toplamlı bir oyun olduğunu savunur.

Bu argümanda bir devlet zenginleşirken diğer devlet zayıflar. Her ülke, kendi zenginliğini ve gücünü arttırmak üzere sanayi, askeri ve özellikle ekonomik çıkarlarını koruma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu ise ancak sömürgeci fetihlerde ve ticaretle öne geçmekle mümkündür.

Sıfır toplamlı uluslararası ticaretin yoğun rekabeti içinde bir devletin ayakta kalabilmesi yeni sömürgeler edinmesine bağlıdır. Ancak bu yeterli değildir.

Aynı zamanda edinilen sömürgelerdeki askeri ve siyasi hakimiyetini de sürdürmesi gereklidir. Merkantalizm değerli maden bolluğunu arttırmak üzere devletin her türlü önlemi alması konusunda ısrarcıdır.

Bu durumu da zenginliğin tek kaynağı ve ölçütünün ülke içindeki değerli maden miktarına bağlı olduğu tezi gerekçelendirilir.

Merkantalist politikalarla sağlanan sürekli ihracat fazlasının neden olduğu enflasyonist etki ticari kapitalizmi temellerden sarsmıştır. Bu enfilasyonist etki sonucunda paranın değerği giderek düşmüş, tüketimin mallarına olan yoğun talep mamul malların fiyatlarının ve kârlılığın artmasına yol açmıştır.

Artık kârı arttırmanın ve sermaye birikiminin devam etmesinin yolu ticaret olmaktan çıkmış, onun yerini fabrika örgütlenmesine dayalı makine üretimi almaya başlamıştır yani ticari kapitalizm yerini sanayi kapitalizmine bırakmıştır bu durum merkantalist politikaları geçersiz kılmış ve yeni düzenin işleyiş kuralları konusunda yeni düşünceler üretilmesine yol açmıştır.

Sanayi kapitalizminin yerleşmesi ile özellikle İngiltere ve Fransa liberal görüşler hakimiyet kazanmıştır.

Fizyokratların görüşleri çok kısa sürede geçerliliğini yitirmiştir, neoklasik ekol ise toplumsal gerçeklikten uzak bir ekonomi bilimine kaynaklık ettiğinden iktisat sosyolojisine klasik ekolün ürettiği teoriler çok daha önemlidir.

Klasik ekolün merkezinde yer alan kavramalar, kendi çıkarının peşinde homoeconomicus onların özgürce iktisadi faaliyetlerini yürütmek üzere bir araya geldikleri ve rekabet içine girdikleri serbest piyasa ve dokunulmazlığı güvence altında olan mülkiyettir.

Klasik ekol, ekonomide ortaya çıkan aksaklıkları ise piyasanın kendi yasaları çerçevesinde işlemesini engelleyen müdahalelerden kaynaklandığını iddia eder.

Modern ekonominin kurucusu “Adam Smith” ticari kapitalizmin ve merkantalist öğretinin hakim olduğu dönemde değerin ve zenginliğin tek ölçütü altın ve gümüş olarak kabul edildiği görüşündedir.

1776’da artık ticari kapitalizm yıkılmış ve yerini sanayi kapitalizmine bırakmış, merkantalist öğreti geçerliliğini yitirmiştir. Sanayi kapitalizmde kâr getiren ekonomik faaliyet, düşük maliyetli tüketim malı üretimidir.

Bu üretim ise işçi ve makineler aracılığı ile gerçekleştirilir.

Değişen bu tarza Smith “emek” olarak adlandırmıştır. Bir malın değerini ona harcanmış olan emek verir ki bu emek miktarı o malın gerçek fiyatıdır. Söz konusu mala ödenen para ise onun nominal fiyatıdır.

Smith aynı zamanda üretken emek ve üretken olmayan emek ayrımı üzerinden zenginleşmenin koşullarını ortaya koyar.

Üretken emek harcandıktan sonra bir nesne ya da satılabilir bir metada maddeleşen emektir. Üretken olmayan emek ise bunun tersine harcandığında belli bir nesne ya da metada maddeleşmeyen emektir. Bir ülkede harcanan üretken emek miktarı o ülkeyi zenginleştirirken o ülkede harcanan üretken olmayan emek miktarı o ülkeyi fakirleştirir.

Aslında Smith burada toprak rantından elde ettiği gelirle üretken olmayan emeği kullanan toprak sahiplerini eleştirirken fabrika üretimi yapan sermaye sahiplerini korur.