Bugün Kırklareli halkının da işine yarayabileceğini düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum. İşçinin de işverenin de en büyük sorunu verimli olabilmektir. Yakın arkadaşlarım sosyoloji okuduğu için bende uyanan sosyoloji merakı özellikle konular üzerine yoğunlaşan sosyoloji tahlilleri beni bu konuya itti. Tarihte, özellikle sanayi devriminden sonra sık sık sosyolojinin çalışma alanını oluşturan, hatta sosyolojiye yeni bir dal kazandıran -çalışma sosyolojisi- iş ve işçi ilişkisi günümüzde de sanayi, ticaret ve ekonominin temelini oluşturuyor.
Nasıl verimli olalım?
Bir işverenin işçiden beklentileri tabii ki olmalı. Peki ya işçinin işvereninden beklediği şeyler ne olmalı?
İş hayatı karşılıklı bir alışveriş düzenidir aslında. Dünya üzerinde pek çok şirket de verimliliği arttırmak adına işçilerine bir şeyler verir ki, karşılığında daha yüksek bir verimlilik alsın.
Dünyanın teknoloji devleri, herkesin adını bildiği büyük şirketlerde verimlilik adına yapılan projeleri hiç incelediniz mi?
Sosyolojide, verimliliği arttırmak adına uygulanan iki farklı, temel yol vardır. Diğer tüm seçenekler bu ana kolların dallarıdır. Bu iki temel yoldan biri baskı mekanizması ile verimlilik arttırılmasıyken diğeri de serbestlik uygulayarak verim kazanmadır.
Türkiye’de en çok hangi yöntemin kullanıldığını açıklamamıza gerek yok herhalde. Biz genelde, geniş bir hiyerarşi yapısıyla çalışmayı uygun görüyoruz. İşçilikten yüksek mevkilere ulaşmış kişiler de aynı sistemi benimsiyor hatta. Bizim sistemimizde genelde en altta çalışan, onun üstünde müdür, sonra müdürün müdürü, sonra onun da müdürü, başmüdür ve patron var. Hiyerarşi herhangi bir işletmede aynı bu şekilde işliyor.
Oysa mantık çok basittir; Hiyerarşi genişledikçe verim düşer.
Dünya markalarından bahsetmiştik. Genç insanların yönettiği twitter ve facebook’u düşünün. Bu iki marka, ofislerinde binlerce kişiye istihdam sağlıyor. Bakın; on beş- yirmi kişi değil. Binlerce kişi. Eğer bu iki markadan herhangi birine Türk bir personel yerleştirilseydi, bin kişinin yarısını diğer yarıya müdür yapardı.
E peki geniş bir hiyerarşi sistemi olmadan, bunca verim nasıl kazanılıyor? Bu markalar nasıl ayakta durmaya devam ediyor?
Çalışanının boğazına çökmeyerek tabii ki.
Size bir örnek vereyim; İzlanda'da yapılan bir araştırma kapsamında, ülkenin çalışan nüfusunun yüzde 1'inden fazlası, aldıkları ücrette herhangi bir azalma olmadan haftalık çalışma süresini 35 saate indiren deneme programına katıldı.
Denemeye katılan işçilerin refahının bir dizi göstergede önemli ölçüde iyileştiği, stres ve tükenmişliğin yanı sıra sağlık, iş ve yaşam dengesinin hemen hemen pilot programa katılan tüm gruplarda önemli ölçüde iyileştiğini gösterdi. Öte yandan, araştırmacılar, denemeye dahil edilen iş yerlerinin çoğunda üretkenlik ve hizmet sunumunun aynı kaldığını veya iyileştiğini gözlemledi.
Verimliliğin nasıl arttırıldığını gördünüz mü? Pek çok insan modern zamanlarda kendisine vakit ayıramamaktan şikâyet ederken, çalışanlara istedikleri şey veriliyor. Daha kısa çalışmasına rağmen çalışanların aynı verimlilikte devam ettiği hatta verimliliğini arttırdığı görülüyor.
Bizim sistemimizde nasıl peki?
Biz daha çok çalışanımızın omzuna çökmeye, her zaman daha fazlasını istemeye endeksliyiz.
Öyle ki verilmesi gereken hafta sonu tatili bile bir lütuf gibi sunuluyor çalışanlara. Sonra bu insanlardan sadece iş odaklı davranmaları bekleniyor. Tüm bunları yaparken, çalışanınızın da sosyal bir varlık olduğunu unutmuyor musunuz?
Dünya değişti, düzen değişti. Bir biz ve çalışma sistemimiz değişmedi ne yazık ki.
Şimdi gençlerin neden yurtdışında çalışmak istediğini anlayabiliyor musunuz?
Çünkü insanlar, kendilerine değer verildiğini görmek istiyorlar.
Hoşça kalın.