Kırklareli’de sürdürdüğüm meslek hayatımda yaptığım çalışmaları teorik anlamda değerlendiriyorum.
Medya Çalışmalarında Eleştirel Teori; Haberde Yapısal Yanlılık Ve Hegemonya Modelleri
Dil, söylem ve ideoloji konusundaki çalışmalar, doğal olarak kitle iletişim çalışmalarını derinden etkilemiştir. İdeolojinin tüm toplumsal pratiklerde var olduğu hareketle medya pratikleri de Marksist bir perspektif içinden yeniden değerlendirilmiştir. Eleştirel yaklaşım, alana uzun yıllar hakim olan liberal-çoğulcu paradigmanın kabullerini sorgulayarak ve pek çoğunu yerinden ederek işe başlamıştır.
Eleştirel yaklaşım, öncelikli olarak "basının toplumda bağımsız bir güç olduğu varsayımı ve kavramlar ve kurallar içinde tanımlanan basının profesyonel bir uzmanlık olduğu" görüşüne karşı çıkar. Dilbilim alanındaki dil ve gerçekliğe ilişkin tartışmaların yaratığı birikim, medya çalışmaları alanına taşınır ve 'medyanın toplumsal gerçekliğin aynası olduğu' görüşünü sorgular. Çoğulcu yaklaşımda haber "nesnel gerçeklik', gazeteci de bu nesnel-libool gerçekliğin yansıtıcısıdır. Eleştirel yaklaşım ise bunun tersine haberin gerçeğin kendisi değil "bir gerçeklik kurgusu" olduğunu benimser.
Eleştirel perspektif, medya metinlerinin baskın olan güçlerin çıkarları doğrultusunda biçimlendiğini savunur. Bu biçimleniş iki farklı bakış açısıyla açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bunlardan birincisi, medyanın ekonomi-politik yapısını merkeze alarak, medya sahipliği, reklam verenler, devletin düzenleyici rolü gibi haber üretim sürecine dışarıdan etkiler üzerinde duran görüştür.
Herman ve Chomsky bu görüşe, medyaya dışsal etkileri öngördüğü için propaganda modeli adı verirler. İkincisi ise daha mikro düzeyde, haber üretim sürecinin ideolojik belirlenmişliği üzerinde durur; profesyonel gazetecilik ilke ve pratiklerinin kendisinin egemen ideolojiyi yeniden üretecek biçimde yapılandığı ve işlediğini savunur.
Haber, kurumsal rutinler, üretim sınırlılıkları ve gazetecilik değerleri tarafından kaçınılmaz biçimde etkilenir ve bu nedenle de 'taraflı/yanlı'dır.
Haberde yanlılığı 'siyasal' taraflılıktan farklı olarak daha genel ve bütünsel yaklaşın içinde ele alıp yapısal yanlılık sorunu üzerinde duran araştırmalar ise 1970'li yıllarda Glasgow Üniversitesi Medya Grubu ve Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi'nin öncülüğünde İngiltere'de gelişmeye başlamıştır.
Açıkça manipülatif bir amaç gütmese bile habercinin de bir ideolojik çerçevesi vardır ve olayları pür ve evrensel doğrulukta aktarması mümkün değildir. Golding ve Elliot da tarafsızlığı "haber malzemesini belirli bir bakış ya da görüşe uygun biçimde şekillendirme ya da seçme isteğinden yoksun olma" olarak tanımlarken yanlılık sorununa dikkat çeker.
Yani Golding ve Elliot için haberin tarafsızlık kriteri, "gerçeği olduğu gibi yansıtması" değil -ki bu mümkün değildir- kasıtlı bir manipülasyon çabasından uzak olmasıdır.
Eleştirel paradigma, Marksist kuramdan temellenen çeşitli model ve yaklaşımlar içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada, haberin ideolojik belirlenimi, bu yaklaşım ya da modellerden, haberin, haber üretim sürecine yerleşmiş olan pratiklerin bir ürünü olarak egemen söylemleri yeniden ürettiğini savunan hegemonya ve yapısal yanlılık kuramları yardımıyla açıklanmaya çalışılacaktır.
hegemonya kavramı, uluslararası ilişkilerden kitle iletişim çalışmalarına kadar pek çok alanda açıklayıcı, anahtar bir kavram olarak kullanılmıştır.
Özellikle Amerikan medyası üzerine çalışmalar yapan Daniel Hallin, günümüzde medyanın "bilinç üreticisi” haline geldiğini, üretilen bu bilincin de “mevcut, sosyal düzeni, akılcılığın sınırlarının belirleyicisi kabul eden", "tek-boyutlu” bir bilinç olduğunu söyler. Hallin, medya - iktidar/ideoloji ilişkisini, haberciliğin güncel tarihi gelişmeleri, ticari kitle iletişiminin gazeteciliğin profesyonelleşmesiyle bağlantılı olarak ele alır.